“Benim ülkem” son zamanlarda dillere iyice pelesenk olmuş bir deyim. Siyasete, iktidara, muhalefete, başkasına (trend deyimle öteki’ne) yönelik bütün olumsuz duygularımızı ifade ederken sarıldığımız bir silah. Bizi rahatsız eden, uykumuzu kaçıran, irrite eden her durum karşısında sarıldığımız bir kucak. Beğenmediğimiz her durumda yazıklandığımız, hayıflandığımız veya çemkirdiğimiz bir kelime: benim ülkem. Tabii bu durumda başına bir “ah” eki de geliyordur “ah benim ülkem”. Ne hale gelmiştir kadir kıymet bilmezin elinde. Ülkeyi berbat hale getirmiş beceriksiz yöneticilerin, iktidarların elinde. Veya “ah benim ülkem, şu muhalefet reva mıdır sana?”
Bir laikçi abla KPSS sınavına girmiş başörtülü kadınları gördüğünde büyük bir hüzne garkolur mesela ve şöyle bir tepki gösterir: “Vay benim güzel ülkem… Yazık… Koruyamadık ülkemizi ve devletimizi bu karanlıktan!” Burada ilave bir de ülkenin güzelliği var ama bu güzelliği bozan başkaları, ötekiler vardır: Başörtülüler var, onların istilası hatta onların işgali var. Bu laikçi teyze bütün ülkeyi kendine hangi ara kapatmıştır mesela, bu ülke ne zaman münhasıran “onun” ülkesi olmuştur?
Bir başkası bir tartışmada yine...