Gören gözler için etrafımızda aklımızı, vicdanımızı harekete
geçirebilecek, olup bitenlere karşı sorumluluğumuzu hatırlatacak,
gark olduğumuz gafletten uyandıracak çok şey var, çok şeyler olup
bitiyor. Hayretimizi, sorumluluğumuzu bitiren en önemli şey galiba
şükürsüzlüğümüz.
Her biri ayrı bir mucize olan yaşadığımız her anı bir süre sonra
kendiliğinden olup biten, kendi mülkümüzde olan kazanımlarımızdan
bilmeye başlıyoruz. Verdiğimiz nefesi, aldığımız nefesi “zaten”
bizim zannediyoruz. “Olmaya devlet, cihanda bir nefes sıhhat gibi”
gerçeğini idrak edecek şeyler yaşamadığımız sürece her şeyin bizim
mülkümüzde olduğunu sanmaya devam ediyoruz.
Oysa aldığımız her nefes bize bahşedilmiş büyük bir
mucize, verdiğimiz her nefes gibi. Bize bahşedilmiş nice
nimetin bizden olduğunu zannederiz, ta ki bir “hiç' olduğumuzu
idrak edecek büyük hakikati, büyük mucizeyi gördüğümüz ana
kadar.
Her şey bizim zannederiz, o yüzden paylaşırken kendimize ait olanı
vermiş sayar insanların başına kakarız. Başa kakılacak bir şey yok.
Allah bize lütfediyor ve bize bahşettiğinden muhtaçlara bizim de
ihtiyaç olanı verip veremeyeceğimizi sınamak ister.
Bir defa olduğunda bizi çarpan olaylar her gün tekrarlamaya yüz
tuttuğunda da rutine biner, bir kanıksamaya yol açar. Cinayetler
katliamlara, katliamlar insanlık dışı soykırımlara doğru
evirilinceye kadar kalplerimizi taşlaştırmak üzere fena
alıştırır.
Ve sonra hepsinden daha kötü olmayan ama hepsindeki bütün
çarpıklığı bütün ihtişamıyla, bütün korkunçluğuyla yüzümüze vurup
utandıran bir olay olur, bizi istesek de istemesek de olaya şahit
kılar.
İsterseniz ona ayet diyebilirsiniz.