Sekülerleşme anlatısına İslamcı veya muhafazakar perspektiften bir tür karamsarlıkla katkıda bulunanlar da bana göre doğru bir iş yapmıyor” demiştik. Gerçekten de bu tür söylemler, sekülerleşmenin kendini tarihin sonunun muzaffer ideolojisi olarak sunmasına, bu yolla, tuhaf bir biçimde önemli bir katkıda bulunmuş oluyorlar. Oysa çıkış noktaları muhafazakarca, dinin sekülarist saldırılara karşı korunması, dindarlarda bir bilincin uyandırılması olabiliyor. Ama bunu yaparken sekülerizm merkezli bir tarih ve gerçeklik penceresinden baktıklarını bile fark etmiyorlar.
Sekülerleşme tezinin zaten telkin etmeye çalıştığı bilinç hali, dinin eninde sonunda çekilip gittiği ve yerine aklıyla, iradesiyle, değerleriyle insanın her şeyin merkezine oturacağıdır. İnsanı dinle, tanrıyla bu şekilde karşıtlaştırmak ayrı bir zihinsel sapma biçimi tabi ve emin olun hiç de yeni değil ve hiç de dünyaya tamamen hakim olacak bir sapma biçimi değil.
Sekülerleşme tezinin, dünyaya yaydığı yaşam biçimleriyle, kapitalizmiyle, tüketim kültürüyle veya eninde sonunda putperestliğe varan hurafeleriyle çaldığı zafer tamtamları, insanlık var oldu olalı şirk dininin kendini hep ifade ettiği vesveselerinden ibaret de görülebilir.
İnsanları, hele dindarları dünyaya gark olmamaya doğru uyarmak, va'zu nasihatte bulunmak zaten dini söylemin en önemli işi. Ama bunu yaparken “din elden gidiyor” telaşı içine girmek de, Kur'an'ın telkin ettiği anlayıştan bakıldığında, fuzuli bir ruh halini yansıtıyor. Kur'an'ın anlatımından bakınca din Allah'ın dini ve onu koruyan da odur. Ona tabi olan kendini korumuş, kendini kurtarmış olur.