Bazı konuların sanırım gündeme gelişle ilgili bir periyodu var. Döner dolaşır aynı konulara gelip takılırız. Evet sadece takılırız, sanırım takılmamızı verimli bir tartışmaya dönüştürememek gibi bir sorunumuzu da böylece her seferinde açığa vururuz. Tartışmaları hemencecik son sözü söyleyip bitirme ve boğma telaşına kapılmamız en sık yaptığımız şey. Bu, işin kolayı tabi. İnsanoğlu da genellikle bu konuda işin kolayına rağbet etmek gibi bir zafiyete sahip.
Sorularla tam olarak yüzleşemiyoruz, çok zahmetli geliyor. İçimizi rahatlatacak, bize “tamam işte cevap bu” diyen ilk açıklamaya tav olabiliyoruz. Aslında ikna olduğumuz cevap zaten ikna olmaya hazır olduğumuz ezberdir. Onu başka bir ağızdan tekrar, belki ufak bir kılık değişikliğiyle, az bir ses tonlaması farkıyla veya birkaç kelime farkıyla duyduğumuzda sadece imanımızı tazelemiş oluyoruz.
Oysa soru orada bir kez sorulmuş ve askıda kalmış olarak durur. Biri bize arka kapıdan sıvışmanın yolunu gösterdiğinde hiç tereddüt etmeden o sorudan kaçmaya can atıyoruz. Yeter ki sorular kafamızı kurcalamasın, beynimizi kemirmesin, vehmettiğimiz uzlaşmalarımızı riske atmasın.
Tarih veya tarihselcilik sorusu, böyle bir sorudur. Bu konu her açıldığında, ne yalan söyleyeyim, umutlanıyorum, bu kez gerçek bir tartışma çıkar belki, bu sorunun bizi yönlendirdiği yerin uçlarına kadar, değilse bile gidebildiğimiz yere kadar gideriz belki. Daha önce değişik vesileler oldu ve her seferinde karınca kararınca bu köşede veya başka mecralarda bu sorunun hak ettiği ilgiyi göstermeye çalıştım. Tarih sorusu çok önemli gerçekten. Günümüzde de, geçmişte de insanlar arasındaki ihtilafların en önemli sebeplerinden.
Geçtiğimiz Mart ayında da Cumhurbaşkanımızın bazı dini söylemlerin güncellenmesi ile ilgili olarak bu tartışma çıkar gibi olmuştu. Ben tartışmaya acizane “Ezmanın teğayyuru” ile “Kimlerin ezmanındayız? veya Tarihselciliğin Paradoksu” başlıklı iki yazı ile katılmaya çalışmıştım. Amacım elbette tartışmayı bitirmek veya tüketmek değildi.
Nitekim tüketemedim ama tartışma başladığı gibi bitti. Bir katkısı mutlaka olmuştur. İnsanoğlu bir söyleşidir çünkü, Hölderlin’in dediği gibi “biz bir söyleşi olalı / ve birbirimizden işitebileli.”