24 Haziran seçimlerinin sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yanından büyük bir ilgiyle ve heyecanla takip edildiğini biliyoruz. Bu konuda medyamız farklı merkezlerden bu seçimlerinin nasıl bir ilgiyle, heyecanla takip edildiğine dair çok sayıda haber ve görüntü yayınladı. Tabi bazı dış merkezler Erdoğan’ın kaybetmesini umarak, isteyerek takip etti. Ama özellikle İslam dünyasından gelen manzaralar, Türkiye ve Erdoğan’ın liderliğinin derinliğini, genişliğini ve anlamını çok net bir biçimde ortaya koydu.
Seçim öncesinde Pakistan’dan, Sudan’dan, Kahire’den, Gazze’den, Mekke ve Medine’den Suriye ve Irak’tan gelen dua haberleri ve görüntüleri seçimin Türkiye sınırlarından çok ötede cereyan eden bir olay olduğu hissini fazlasıyla veriyordu.
Seçimden sonra büyük bir sevinç ve mutlulukla arayanların ortak ifadesi “belki seçimlere oylarımızla katılamadık, ama inşallah sandıklardan çıkan sonuçlarda bizim dualarımızın eseri de vardı” şeklindeydi. Birileri bunu seçime giren adaylar arasında bir tür haksız rekabet katkısı olarak da görebilir tabii. Ama bu katkıdan kimseyi men etmenin bir yolu yok. Erdoğan’ın ve Türkiye’nin dünya için anlamı bu.
Kuşkusuz Türkiye, Erdoğan ve AK Parti’ye yönelen bu yoğun ilgi ve yakınlığın başka anlamları, tezahürleri ve sonuçları da oluyor. Bugün AK Parti’nin bu şekilde kazanmasının büyük heyecan ve sevinç dalgası yarattığı coğrafyalarda bu ilgi ve dua aslında kendi ülkelerine dönük bir talebin ve arzunun da ifadesi. Erdoğan’a duyulan ilgiyle kendi ülkelerinde de Erdoğan’ın ülkesinde gerçekleştirdiklerini arzuluyor Arap-İslam dünyasının halkları.
Avrupa Erdoğan yönetimindeki Türkiye’ye şu anda nasıl bakıyor olursa olsun, seçim sonuçları üzerine Arap dünyasında bir ülkenin demokrasiyle, halkın siyasal katılım kanallarının açıklığıyla, şeffaflıkla en azından serbest ve açık seçimlerle yönetiliyor olmasının faziletleri üzerine tonlarca konuşma yapıldı, yazılar yazıldı, sosyal medya paylaşımları yapıldı.
Türkiye’ye her övgü giderek demokrasiye yönelik arzu ve talep olarak işlenmeye başlandı. Montesquieu İran Mektuplarında bir tür “doğu despotizmi” tasvirlerini yaptığında kendi ülkesindeki istibdadı dolaylı olarak eleştirmiş oluyordu. Hatta kendi ülkesindeki aşırı istibdadı eleştirmeye yarıyor diye zaman zaman İran’daki yönetimin despotluğunu gereğinden fazla bile abartıyordu. Çünkü İran despotizmi hakkındaki bütün tasvirler kendi ülkesindeki duruma eleştiri olarak yöneliyordu (bu bir Althusser okumasıdır tabii). Şimdi bir çok ülkede Türkiye övgülerinin böyle bir işlevi oluyor. Türkiye övgüsü kendi ülkelerinin yergisine dönüşüyor. O yüzden Türkiye hakkındaki övgüleri dinlemeye bile tahammül edemeyen ülkeler ve medyalar oluyor.