Geçtiğimiz Hafta Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin (AKPM) Ocak ayı Genel Kurul toplantıları Strasburg’da yapıldı. Geçtiğimiz yıl Nisan ayındaki toplantılarında Türkiye’nin AKPM Genel Kurulu'nda tekrar denetim sürecine alınmasının kararlaştırılması üzerine Türkiye’nin AKPM ile ilişkileri yeni bir sürece girmişti. Türkiye demokrasisinin arka arkaya yaşamış olduğu darbe süreçleri, kapsamlı terör saldırıları karşısında Avrupa’nın genel olarak sergilediği kayıtsızlık AKPM’nin aldığı bu kararla adeta resmiyet kazanmış oluyordu. Türkiye’nin hem PKK terör örgütü karşısında hem de FETÖ’nün darbe teşebbüsü karşısında demokrasisini ve ülkesini korumak üzere aldığı olağanüstü hal kararını anlayışla karşılamaktan çok uzak durdu AKPM.
Bir bakıma Avrupa ülkelerindeki genel lakaytlık AKPM’ye de olduğu gibi yansımış oluyordu. Aslında bu durum Avrupa açısından kendi varlık nedenini sorgulamayı gerektirecek bir durumdu. Çünkü AKPM insan hakları ve özgürlükler için II. Dünya Savaşı'ndan sonra bir araya gelmiş sonradan katılanlarla birlikte 47 ülkenin, insan hakları, özgürlükler ve demokrasi ortak paydasında birlikteliği bir güce dönüştürmeyi aradıkları bir oluşum.
Birliğin en temel önceliği demokrasiyi tehdit eden gelişmelere karşı da bir duruş ortaya koyabilmek hatta bu tehditlere karşı tedbirler üzerinde durmak olmalı. Bu kapsamda düşünüldüğünde 15 Temmuz darbe teşebbüsü sadece Türkiye’ye değil aynı zamanda bu ortak değerlere de çok tehlikeli bir saldırı oluşturuyordu.
Türkiye halkıyla, devletiyle 15 Temmuz akşamı sadece ülkeyi değil, aynı zamanda bir Avrupa ülkesinde demokrasinin köküne kibrit suyu dökmek üzere olan bir girişimi engellemiş oldu.
Takdir edilmesi gerekiyor ki, bu darbe teşebbüsü öncekiler gibi asker içindeki sınırlı bir cunta tarafından kısa bir süreliğine düşünülüp yapılmış bir şey değildi. Neredeyse yarım asırdır ülkenin bütün birimlerinde alabildiğine organize bir gizli yapılanma tarafından iyi planlanıp yapılmış bir girişimdi. Ona karşı alınacak tedbirler de bir defalığına yapılmış bir terör saldırısından çok daha fazlasını gerektiriyordu. Bu tedbirler Türkiye’nin demokrasisini, insan hakları ve özgürlüklerini korumak ve geliştirmek üzere alınan tedbirlerdir. Buna rağmen Avrupa Konseyi bunu böyle anlamayı denemek yerine adeta darbecilerle bir dayanışma örneği göstererek kendi varlık nedenini büyük bir tehlikeye atmış oldu.
Bu yetmiyormuş gibi bir de AKPM bünyesinde verilen Vaclav Havel İnsan Hakları Ödülü geçtiğimiz yıl FETÖ yapılanmasına üye olduğu gerekçesiyle yargılanmakta olan YARSAV eski Başkanı Murat Arslan’a verildi. Arslan’ın, hangi insan hakları mücadelesiyle veya hangi faaliyetiyle temayüz etmiş de bu ödüle layık görülmüş olduğunu bir türlü anlayan olmadı tabii. Hiç kimsenin bilmediği, tanımadığı, hiçbir belirgin faaliyeti olmayan, tek belirgin faaliyeti veya özelliği darbeci insan hakları düşmanı FETÖ’nün üyesi olma ithamını taşımak olan birine böyle bir ödülün layık görülmesi kelimenin tam anlamıyla bir skandaldı. Herşeyden önce bu skandalın bu şekilde gerçekleşmiş olması genel olarak Avrupa’nın özel olarak AKP’nin kendini sorgulamasını gerektiren bir durum.