Yaşadığımız dünyanın belirleyici karakteri haline gelmiş olan kalabalıklar içindeki yapayalnızlık, güvensizlik, insanların birbirine artan nefreti, mesafeleri bütün siyasi ve sosyolojik analizleri yeni baştan ele almayı gerektiren bir buhran hali.
Siyaseti dost-düşman ilişkisine indirgemek, dostlar arasında da siyasi rekabeti bireysel düzeye kadar tenezzül ettirip dostluğu tamamen tüketen bir gidişata yol açabiliyor. Bu gidişat o ikili (dost-düşman) tanımdan sonra kaçınılmaz hale geliyor zaten. Düşmanlara karşı aşırı derecede teşvik edilen kin-nefret, iktidar ve kıyım arzusu hızını alamayıp o mücadelede dost olarak konumlananlar arasında da devam ediyor. İktidar için düşmanlara karşı etiği, erdemleri askıya almayı göze alanların onu dostlar için askıdan indirmelerini beklemek beyhude hale gelebiliyor. Askıya alınan etiğin bir daha oradan indirilmemesi insanın kaybı, aynı zamanda dostun da kaybıdır.
Bu tablonun karşısına geçip dostun ne kadar az, dostluğun ne kadar olduğuna dair döktürülen edebiyatın ve yapılan felsefelerin bir teşhis peşinde değil, yaşanan durumu normalleştirme veya en hafif...