Faşizmden çok çekti dünyamız. Soykırım, baskı, toplama kampları, ayırımcılıklar, katliamlar, savaşlara yol açtı. Bir dönem Avrupa’nın neredeyse normaliydi. Ona karşı özgürlük mücadelesi yapanlar yaşanan çarpık gerçekliğin dayattığı çarpık ideolojik ortam içinde normal olan bir zihniyet ve siyasal pratiğe karşı duruyor gibiydiler. Akıntıya kürek çekmek gibi bir şeydi faşizme karşı mücadele etmek. Çünkü kendi çarpıklığını norm olarak kitlelere benimsetme imkanı da vardı. Türkiye’de bile faşizm CHP’nın yayın organları tarafından allanıp pullanıp bizi kurtarabilecek tek zihniyet olarak sunuluyordu.
Malumdur, Cumhuriyet Gazetesi’nin 22 Mayıs 1932 tarihli sayısının 1. Sayfa sürmanşeti: “Kemalist Türkiye’den Faşist İtalya’ya Selam!” şeklinde çıkmıştır. Aynı manşetin altında yayınlanan fotoğrafta Türk bayrağının içine, Benito Mussolini’nin liderliğini yaptığı Faşist Parti’nin amblemi yerleştirilmiştir. Bu, bugün kimsenin sahiplenmediği, hiçbir meşruiyetinin kalmamış olduğu kavramın, hatta bir aşağılama ve sövme ifadesi olarak kullanılan kavramın o dönemde ne kadar geçerli, meşru ve cazip olduğunu gösteriyor. Tehlikeli yanı da budur elbet faşizmin. Kitlelerce benimsenmesi, değerlerinin, kabullerinin norm haline gelmesi, normalleşmesi.