İstanbul İstanbul olalı yaşamadığı bir zulmü yaşadı geçtiğimiz günlerde. Gökten gani gani yağan nimet halka en az iki günlük bir kâbus yaşattı. Allah beterinden saklasın. Ancak her şerde bir hayır her külfette bizi başkalarını düşünmeye sevk eden bir davet de vardır. Bu daveti kaç kişi algıladı, kaş kişi bu yağan karın kendisine yaşattığı eziyetin başkalarına neler yaşatmış olabileceğini düşündü?
Nihayetinde bizi yolumuzdan sadece saatler hatta bir gün boyunca alıkoymuş olan kar kendi kardeşlerimizin çocuklarına ölüm olup yağıyor. Haşa, kar ölüm olarak yağmaz. Allah onu mutlaka bir nimet olarak yağdırır, ama insanoğlu ondan bile cinayetler hatta katliamlar üretmeyi başarabiliyor. Hayvanların yaşayamayacağı şartlarda yüzbinlerce insanı yaşamaya mahkûm etmenin cinayetten, katliamdan bir farkı yok.
İdlib’de dün 15 çocuk uykularında donarak hayatlarını kaybetmiş. Kaç kişi bunu duyuyor, kaç kişi bu olayı hissedebiliyor? Babalar çocukları donmasın diye, daha doğrusu artık donanları hemen öğrenmek için nöbet tutuyor. Evet, sadece öğrenmek için, çünkü zaten yapabilecekleri bir şey olmuyor, sadece donup ölmelerine seyircilik yapabiliyorlar.
Annelerse çocuklarını uyutmak için ninni söylemek yerine donmasınlar diye gece uyutmamak için olağanüstü bir çaba sarfediyor. Uyuyup donmasınlar diye gece boyunca karlar üzerinde çıplak ayaklarına giydikleri terlikleriyle yürütüyorlar. Buna rağmen ölümlerin, bilhassa çocuk ölümlerinin önü alınamıyor. Çünkü şartlar öyle çetin, öyle zor. Bizler rahat yataklarımızda yatarken komşumuzun çocukları soğuktan, açlıktan ölüyor. Sahi biz hangi milletin, hangi ümmetin çocuklarıyız?