İlahiyat Fakülteleri ve İmam-Hatip Okullarının 1933 yılında topyekûn kapatılmasından hedeflenen şey kim ne derse desin, olabildiğine açıktı. Dinin eğitimini veren, İslam’ı şu veya bu şekilde öğretme misyonunu üstlenmiş kurumların mevcudiyeti dini itikat ve zihniyetin yeniden üretilmesini sağlayacaktı.
Aksi ise dini itikat ve pratiğin kökünün kurutulması, görünürlüğünün tamamen ortadan kaldırılmasıydı.
Türkçeleştirilen dinin zamanla itibarının da yok edilmesiyle tamamen yok olacağı beklentisi tipik on dokuzuncu yüzyıl pozitivist anlayışının alaturka bir taklidinden ibaretti.
Bu pozitivizm tabii ki dinin her türlüsünü bir hurafe olarak görüyordu ve bilimin gelişmesiyle dinin kendiliğinden ortadan kaybolmasını bekliyordu. Oysa bu pozitivist anlayış Avrupa’da hiçbir zaman devlet eliyle bu kadar zorla uygulanmadı.
Beklenti işin “kendiliğinden” gerçekleşeceğiydi. Oysa alaturka laiklik işi kendi haline bırakmıyordu. Özü itibariyle hurafe sayılan...