Asrın felaketi olarak dilimize yapışan depremin üzerinden üç hafta geçti. Bir yandan depremin enkazı kaldırılırken, depremde evleri yıkılan, hasar gören vatandaşlarımızın yaraları sarılmaya, ihtiyaçları görülmeye çalışılırken bir yandan da artık deprem uyumlu şehirler, kentsel dönüşüm, depreme dayanıklı yapıları konuşmaya başladık. Kurtarabileceğimiz canları kurtaralım, kanamaları durduralım, mümkünse acil ihtiyaçları görelim sonra konuşuruz her şeyi demiştik. Şimdi her şeyin biraz daha rahat konuşulabileceği bir ortamdayız. Hiçbir şeyi konuşmaktan çekinmemek gerekiyor.
Depremden etkilenen 13,5 milyonluk bir toplum Avrupa’nın birçok ülkesinin yüzölçümünden de nüfusundan da daha büyük bir alan. Şehirli, eğitimli, ekonomik düzeyi ortalamada yüksek bir nüfus. Üstelik Türkiye’nin sanayi ve ihracat yükünün hatırı sayılır bir kısmını da çeken bir nüfus. Öyle ki bu deprem sadece bu bölgeyi vurmuş olmadı, bütün ülkeyi de birçok açıdan vurmuş oldu. Bir an önce ayağa kaldırılması, nüfusunun burada tutulması bir zaruret.
Böyle bir depremle birlikte bir göçün ortaya çıkması kaçınılmaz. Bu göçün kalıcı olmaması çok önemli, ama tamamen...