Bir süre önce Zülfü Livaneli’nin Huzursuzluk isimli romanı üzerine, Orhan Miroğlu’nun başlattığı tartışma dolayısıyla yazdığım yazı üzerine, Tunus’tayken sayın Livaneli’nin bana yazımla ilgili bir mesajı ulaştı. Kendisini bir hayli üzmüş olduğumu ve kitabı hakkında yaptığım değerlendirmelerin haksız olduğunu ifade ediyordu. Kitabı hakkında bu köşede yapmış olduğum değerlendirmelere her zamanki nezaketi ile yaptığı itirazın yine bu köşeden ifade edilmesinin hakkı olduğu düşüncesiyle olduğu gibi paylaşarak bu vesileyle ben de söylediklerimi biraz daha açmak istiyorum. Şöyle diyor sayın Livaneli:
“Bugünkü (6 Kasım 2017) yazınızın beni epey üzdüğünü söylemem gerekiyor. Başka bir kitaptan söz etmişsiniz. Bu roman bir yıl önce yayınlandı ve yarım milyona ulaştı. İnsanlar gözyaşları içinde okuyorlar. Roman, Mardinli Hüseyin’in Amerika’da İslamofobik ırkçılar tarafından öldürülmesiyle başlıyor. Geçmişe gittikçe, Mardin’de de Ezidi bir kızla evlenmek istediği için bir DEAŞ sempatizanı tarafından yaralanmış olduğunu öğreniyoruz. Yani iki radikal ucun kurbanı olan bir aşk. Keşke daha önce kitabı okusaydınız. Mardin’de DEAŞ grupları filan yok. Milyonlarca mülteci kabul etmiş olmamız var. Zulümden kaçan kızlar, Türkiye’ye kurtuluş için geliyorlar. Bunları anlatmak istedim.
Ayrıca, Irak’taki trajikomediyi de sürekli isliyorum. Lütfen dün T24 te yayınlanan yazıma göz atın.”
Zülfü beyin bu açıklaması ışığında yazımı bir kez daha göz gezdirdiğimde açıkçası gereğinden fazla sert bulduğumu kendisine de ifade ettim. Olayın kişisel olmadığının bilinmesi gerekiyor. Tevafuka bakın ki, mesajını aldığım gecenin akşamında, beraberimdeki arkadaşlarla otel lobisinde boş bulduğumuz bir piyanonun başına geçmiş beraberce çalıp söylemek için aklımıza ilk gelen parçalardan ikisinin “Karlı Kayın Ormanları” ve “Geceleyin Gökyüzünden Güneş Topla Benim İçin” idi. Bu eserlerin Livaneli’ye ait olma özelliği aklımıza bile gelmedi, o kadar klasikleşmiş, o kadar güzel eserler.
Ancak, konumuz bu değil. Konu: Huzursuzluk romanı ve oturduğu bağlam. Bu romanın içindeki bazı detaylar, eserin genel olarak oynadığı rolü değiştiriyor mu, mesela?
Roman’ın Hüseyin’in Amerikalı ırkçılar tarafından öldürülmesiyle başlamış olması, sonradan DEAŞ’çı zalimlerin yaptıkları karşısında, “zulüm her yerde” türünden bir denge oluşturabiliyor mu? Veya bu denge eserin cari ve asıl bir tehlike olarak Amerikan işgaline karşı bir söylemi besleyebiliyor mu?