15 Mart 2019’da dünyanın en huzurlu ülkeleri arasında her zaman ya ilk veya ilk üç sırada yer alan Yeni Zelan-da’danın Christchurch şehrinde camilere yönelik terörist saldırıda 51 Müslümanın hayatını kaybettiği, onlarcasının da yaralandığı olayın üzerinden 3 yıl geçmiş. Bu olay birçok açıdan modern, medeni dünyada İslam’a ve Müslümanlara karşı yıllardır biriktirilen düşmanca duyguların bir patlaması gibiydi.
Bu duyguların korku mu, nefret mi yoksa bir paylaşım meselesi mi olduğu elbette hiç önemli değil. İşin neticesinde en masum hallerinde, bir ibadethanede kendilerini güvende hisseden insanlara yönelik hunharca, canavarca düzenlenen saldırının arkasında bir cinnet veya psikolojik bir ruh halinden ziyade olabildiğine entelektüel-ideolojik bir hazırlık ve zemin olduğu açıkça görülmüştü.
Bu ideolojik zeminin kendisi yıllardır Müslümanlara karşı dünyanın her yanında işlenen sorumsuzca “korkutucu” söylemlerin kin ve nefrete dönüşmesinin doğal bir sonucuydu. Müslümanlar hakkında ürettikleri söylem ve hayaletler, Müslümanları öldürülmeyi hakkedecek kadar korkunç gösteriyor, böylece korktukları Müslümanları her ihtimale karşı öldürme haklılığını bir duygu olarak üretiyorlar.
Bugün Ukrayna’da ölenler veya yerlerini yurtların terk ettikleri için Batı’da göz yaşartıcı derecede sergilenen empati ve insani duyguların Suriye, Irak’, Afganistan, Yemen ve Myanmar’dan esirgenmesinin bile arkaplanında bu ideolojilerden beslenen duygular vardır. Müslümanlar zaten yeterince korkunç oldukları için, zaten ölmedikleri taktirde öldürecek potansiyellere sahip oldukları için ölümleri hiçbir vicdani duyguyu ırgalamaz.