Musul 10 Haziran 2014'te terör örgütü DEAŞ'ın eline geçmişti.
Irak merkezî hükümeti bir terör örgütünün Irak'ı birkaç gün
içerisinde ortadan ikiye ayırması karşısında hiçbir şey yapamadığı
gibi merkezî hükümete bağlı güçlerin DEAŞ teröristlerinden kaçış
görüntüleri günlerce televizyonlarda yer almıştı. Aslında DEAŞ'a
bugüne kadar asıl gücü veren de bir bakıma Irak devletine bağlı
güvenlik güçlerinin bir terör örgütü karşısında gösterdiği bu
acziyet idi.
Bununla birlikte DEAŞ'ın bir anda bu kadar ciddi bir güçle nasıl
olup da belirdiği meselesi karar vericiler tarafından ciddiye
alınmadı. O dönem de, bugün de bu sorunun taraflarının en az
üzerinde durduğu konu DEAŞ'ın nasıl olup da bu kadar güçlü bir
şekilde ilerleyebildiği, hem yerel unsurlardan hem de yabancı
savaşçılardan bu derece nasıl beslenebildiği sorusudur. Yani DEAŞ
ele alınırken siyasetin zorlamasıyla biçimlendirilmeye çalışılan
sosyoloji dikkate alınmadı.
Şurası unutulmamalı ki DEAŞ büyük ölçüde ABD'nin kontrolündeki
Irak'ta şekillendi. Bu şekillenmenin arkasında ABD'nin 2003 yılında
Irak'ı işgal etmesinden sonra uyguladığı mezhepçi politikaların
yarattığı sosyoloji olduğu unutulmamalı. Irak'ta “Baassızlaştırma”
politikalarının siyasal sistemin Şiileştirilmesine dönüşmesi ile
Sünnilerin sistemin karar mekanizmalarının dışına itilmesi
Irak'taki sünni gruplarda bir “ölüm-kalım kaygısı” oluşturdu.
Maliki yönetiminin Şiilik eksenli politikaları ve baskılar
dolayısıyla marjinalleşmenin eşiğine gelmiş bu gruplar varlıklarını
devam ettirmenin yollarını ararken karşılarına DEAŞ çıktı.