Mısır’ın 5 bin yıllık tarihinin halkı tarafından ilk ve tek seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi Hakk’a yürüdü. O şimdi kelimenin tam anlamıyla özgür. Yanına kendi şehadet belgesini alarak gitti. Giderken katillerinin kendi boyunlarına taktıkları ateşten boyunduruğun, ilelebet peşlerini bırakmayacak lanetin hakkını da elinde taşıyordu.
Arkasında kalanlara son derece manidar, içi ders ve ibret dolu, şiir gibi, destan gibi, ilk adımından son adımına kadar birbiriyle tutarlı bir hayat hikayesi bıraktı. 6 yıl boyunca tutsak ama elif gibi dik durarak zulme karşı mücadele edeceklere büyük bir cesaret kaynağı bıraktı. Hiçbir şey kaybetmedi, çok şey kazandı ve kazandırmaya devam edecek. Ölümüyle katillerinin hayatını kabusa çevirecek bir güç, katillerinden çok daha uzun berdevam olacak bir hayat kazandı.
Mursi, Sisi’nin darbesiyle devrildikten sonra geçen 6 yıldır tek kişilik bir hücre hapsinde tutuluyordu, ama nerede tutulduğunu kimse bilmiyordu. Aslında tutuklanmış değil kaçırılmıştı. Bir çetenin inan kaçırdığı gibi kaçırılmış, tutulduğu yerde, 6 yıldır her türlü haktan mahrum, ailesiyle ve avukatlarıyla görüştürülmüyor, artan sağlık sorunlarına karşılık hiçbir tedavi imkanı tanınmıyordu. Tutukluluk şartlarını kontrol edecek hiçbir denetim ve hukuk mekanizması yoktu.
Bir suç örgütünün elinde rehin gibiydi. Maruz kaldığı muamele bir devletin değil, ancak alelade bir suç örgütünün yapabileceği türden bir şeydi. Bedeni tamamen bu suç örgütünün, çetenin insafına kalmıştı. Onlarda da ne vicdandan ne de insaftan eser vardı. Tuttukları yerde onun bedenine istedikleri muameleyi yapabilecek durumdaydılar. Yavaş yavaş zehirleyerek istedikleri vakitte ölümünü sağlamak en basit işti. Korkabilecekleri tek şey onun ölümünün ortaya çıkarabileceği toplumsal infial ve biraz da, kalmışsa, uluslararası tepkilerdi.
Halkını temsilen ondan aldığı emaneti ona karşı ihanet ederek kullanan darbecilerin hiçbir insani değerleri, vicdanları, insafları yoktu. Vicdanlarının düştüğü alçaklık seviyesi Rabia Meydanı’nda gözler önüne serilmiş ama ölçülememişti. O seviyeyi ölçecek bir kıstas olamazdı. Hiçbir şiddet içeriği olmayan oturma eylemlerini ve gösterilerini yapmakta olan sivil halktan 3000 kişiyi katlederken sergiledikleri soğukkanlılık Allah’tan korkmadıkları gibi uluslararası düzenden de cürümlerinin hesabının sorulmayacağına dair bir güvence almışlığın rahatlığını yansıtıyordu.
Bu dünyada zerre kadar adalet varsa her bir can karşılığında ayrı bir idamla yargılanması gereken mücrimler kendileri bir mahkeme tiyatrosu kurmuş devirdikleri meşru cumhurbaşkanını yargılamaya cüret etmişlerdi. 6 yıldır sergiledikleri yargılama komedisinde ona isnat ettikleri saçma sapan suçlamaların tek anlamı vardı: Onu öldürmek istiyorlardı ama bir bahaneyle bunu idamla yapmak daha iyi bir seçenekti.