Modern dönemlerdeki bütün kendiliğinden sekülerleşme süreçlerine veya zoraki sekülerleştirme çabalarına rağmen Türkiye’de din bütün görünümleriyle, inanç ve pratikleriyle toplumsal hayatı etkilemeye devam ediyor. Özellikle Cumhuriyet döneminde ortaya konulan siyasal ve toplumsal hayatı tavizsizce dinden temizleme çabalarına karşı dinin hayatiyetini sürdürmesi bazı kurumların direniş gücüyle ifade edilmişti. Ramazan’ın tek tek insan eylemlerini aşan, onların ötesindeki direnişi başlı başına irdelenmeye değer bir konudur.
Laikçiler aslında kelimenin tam anlamıyla bir laik toplum oluşturmayı hedeflemediler. Bilakis onlar laikliğin bir din gibi, kendi inanç, ritüel, sembolizm ve peygamberleriyle işleyeceği alternatif bir din pratiği ortaya koyuyorlardı.
Kâbe Arabın, Çankaya bizim olacaktı. Gökten inmiş vahiy değil, kaynağı beşerin bilimi olan bir liderliğin ilhamları ve mürşitliği esas olacaktı. Birçok insanın “ben laikim” deyişindeki dinsel tonlamayı dikkatini veren herkes rahatlıkla fark edebilir. Ünlü İngiliz antropolog Ernest Gellner bu durumu, “Türkiye’de (sözümona) İslami...