Yaşamakta olduğumuz süreçlerde siyaseti devre dışı bırakan ve
her tarafı kendi kampına, gettosuna, cemaatine, mahallesine kapatan
güçlü bir eğilimin hakim olduğunu görüyoruz. Bu durum tartışmayı
da, birbirini anlamayı da, bir konuşma sonucunda umulabilecek bir
mutabakatı da zorlaştırıyor, imkansız hale getiriyor. Birbirimiz
hakkında klişelerle düşünmek bu tarz bir siyasal hıncın doğal
sonucu, ama daha kötüsü bu klişelerin giderek dünya tasavvurlarını
da belirlemeye başlıyor olması ve düşünce adına, eleştiri adına
hazır, defalarca kullanılmış klişelerden başka bir şeyin kalmıyor
olması.
Çok değerli bir dostum, son zamanlarda yaşanan süreçlerin
Türkiye'ye en büyük zararının giderek insani, entelektüel ve ahlaki
düzeyde ciddi bir irtifa kaybına yol açması olduğunu ıstırapla
anlatmıştı. Konu sadece entelektüel düzeydeki bir seviye kaybıyla
kalsa, yine iyi. Oysa son derece entelektüel sayılabilecek
insanların bile giderek alelade hırgür ortamının diline ve ahlaki
seviyesine savruluşunu seyrediyoruz.
Siyasetin bir dost-düşman ilişkisi olması, kabullenilmesi zor bir
gerçek de olsa, düşmana karşı her türlü ahlaksızlığı
meşrulaştırmaz. Medya içinde yer alan aktörlerin yalan olduğunu
bile bile bazı haberleri, iddiaları uydurduklarını veya
dillendirdiklerini görmek, sadece bunu yapanda değil, buna maruz
kalanda da bir zihinsel ve manevi kirlenmeye yol açıyor. Şimdiye
kadar medyada bir düzeyde aşina olduğumuz bu seviye kaybına paralel
medyanın bütün rekorları kırarak yaptığı katkı bambaşka bir
tahribat yapıyor. İşin içinde ne de olsa yıllarca dile pelesenk
edilmiş, hizmet, himmet, hoşgörü, dava, altın nesil teolojileri
var.