Siyasi tavırların akademik ölçülerle değerlendirilmeye
çalışılması, akademik unvan, konum veya söylemlerin siyasi
tavırların doğrulayıcısı veya meşrulaştırıcısı olarak görülmesi, en
basit ifadesiyle bilimin kötü bir suiistimalidir. Ama bu suiistimal
bir yandan da pozitivist bir ideolojinin de siyaset alanına
kurnazca tahakküm etme gayretinin iptidai bir taktiğidir de. Modern
dünyanın formasyonunda siyaset mühendisliği kendine bilimsel
geçerlilikten veya bilimin iktidarından haklılık ve meşruiyet
devşirmekte pek mahirdi.
Bilimselci söylemin arkasına sığınan siyaset bütün uygulamalarını
bilimle meşrulaştırırdı. Siyaset bilim adına konuşma imtiyazını
elbette bilimin herhangi bir argümanından üretmezdi. Tabii ki
bilimin mantığı içinden, en pozitivist haliyle bile belli bir
siyaseti iltizam edecek normatif bir ilke çıkarsanamazdı. Buna
rağmen pozitivist bilim pratiği modern siyasetin ilahiyatı, hatta
ilmihali gibi işlem görmekten kurtulamamıştır.
Akademik ünvanlar veya seviyeler bir insanın siyasi duruşunu ne
doğrular, ne de haklılaştırır. Aynı şekilde birilerinin siyasi
duruşlarını akademik söylemlerle yargılamanın da bir yeri yoktur.
Siyasi duruşu beğenilmeyen birine yöneltilen eleştiriye akademik
ünvanının karıştırılması yanlış ama bir o kadar da sık yapılan bir
şey. Hasbelkader edindiğimiz akademik ünvan dolayısıyla
muhaliflerden en sık duyulan eleştiri “profesör olmuş ama...”
eleştirisidir.
Bu eleştirinin altını kazıdığınızda bilimden yana, akademiden yana
bütün siyasi duruşları tüketecek bir metafizik beklentinin olduğunu
veya çok daha banal bir düzeyler karmaşasının yattığını rahatlıkla
görebiliriz.