Uluslararası ilişkiler araştırmacılarının bir bölümü Rusya'nın
Suriye'de giriştiği operasyonları ve Suriye'yi açık bir biçimde
işgal etmesini Rusya'nın sistem içerisindeki önlenemez yükselişi ve
Rus gücünün Batı dünyasını tehdit etmesi olarak yorumluyorlar. Bu
yaklaşımda bir miktar doğruluk payı olduğunu düşünüyorum. Neticede
Rusya ABD dış politikasının salınımlarının yarattığı boşlukları
akıllıca değerlendirip Ortadoğu'da net bir nüfuz alanı ve işgal
coğrafyası inşasına girişti.
Diğer taraftan Rusya'nın bu hamlesinin sonun başlangıcı
olabileceğini de söyleyebiliriz.
Marks, Louis Bonapart'ın Onsekiz Brumaiere'i kitabında Hegel'in
bütün büyük tarihsel olayların, kişilerin hemen hemen iki kez
yinelendiği şeklindeki tespitini aktardıktan sonra müstehzi bir
biçimde şöyle bir ifade kullanır: “Hegel eklemeyi unutmuş,
birincisinde trajedi, ikincisinde komedi biçiminde.”
Rusya'nın yeni dönemlerdeki Çar'ı olma sevdasına yakalanan Putin'in
Suriye'de giriştiği doğrudan işgal faaliyeti de zannediyorum Rus
tarihi açısından bir olayın trajikomik bir tekrarı olmaya doğru yol
alıyor. (Bu arada son zamanlarda giderek artan bir biçimde Putin'in
yayılmacı politikalarını bir başka trajikomik tekerrüre, Hitler'in
izini takip etmeye yakıştıranlar oluyor ki, bu faslı da bir sonraki
yazımızda ele alalım). Trajedi ve Dünya tarihi açısından kırılma
niteliğindeki tecrübe ise 1979 yılında yaşanmıştı.