ABD Başkanı Trump’ın küreselleşme doktrinini en açık biçimde BM Genel Kurulunda reddeden ifadelerinden sonra küreselleşme tartışması deyim yerindeyse bir kez daha alevlendi. Arkadaşımız Özlem Albayrak da “Küresel dünyanın sonu mu?” diyerek bu tartışmaların sosyolojik boyutunun çerçevesini çizdi. Albayrak, küreselleşme doktrinini reddettiğini söylerken dünyanın birçok ülkesindeki veya bölgesindeki gelişmelere dair müdahale niteliğinde değerlendirmelerden geri durmamasını, Trump’ın konuşmasının en önemli çelişkisi olarak altını çizdi.
Ben de bu sözleri ilk duyduğumda, “acaba ABD başkanı sıfatıyla küreselleşmeyi nasıl durduracak?” diye sormaktan kendimi alamadım. Bizde arabesk şarkıcıların bir çıkışı vardı yetmişlerin sonlarında (Seksenlerin başı mıydı yoksa?):
“Durdurun dünyayı, başım dönüyor.”
O arabesk ruh haliyle ne kadar durdurabildilerse dönen dünyayı, Trump’ın da küreselleşmeyi durdurma şansı veya imkanı o kadar.
Gerçi Trump, reddettiğini söylediği küreselleşme doktrininden kendisinin ne anladığının işaretlerini, aynı konuşmanın sonraki cümlelerinde veriyor : “Tüm dünyadaki ülkeler kendi ülkelerini korumalıdırlar… Bundan sonra sadece bize saygı gösteren ve açıkçası dostumuz olan ülkelere yardımda bulunacağız”. Ülkelerin kendilerini korumasını tavsiye etmek veya kendisinin bundan sonra dostunu düşmanını başka türlü bilmeye karar vermesinin küreselleşmeyle alakasını nasıl kurabildiğini kimse sormadan, herkeste bir telaş: Küreselleşme sona eriyor!.
Oysa daha önce de dediğimiz gibi, küreselleşme ABD ile başlamış bir süreç değil, ABD’nin engellemesiyle de sona erebilecek değil. İçinde yaşadığımız dünyanın dönüşümünü ve sosyolojik halini en iyi tasvir eden bir kavram. Buna karşı çıkmak veya çıkmamak değil mevzu.