Tarih boyunca büyük medeniyet kurmuş olanların hiç biri yola büyük medeniyet kurmak üzere çıkmamıştır diyesim var. Diyesim var diyorum, çünkü bir hüküm ifadesiyle cümleyi bitirmek büyük bir genelleme olur ve yanlışlanması, hatta test edilmesi pek mümkün olmayan bir genelleme olur.
Bunun için büyük medeniyetler kurmuş olanların hepsinin ilk kurucularının düşüncelerini, hayata bakış tarzlarını, gelecek perspektiflerini incelemek esasen pek mümkün bile değil. Çünkü elimizde tam da o “ilk insanlara” dair yeterince bilgi ve veri yoktur. Buna rağmen bildiğimiz medeniyetleri kurmuş olanların niyetlerinin ve gelecek perspektiflerinin bu olmadığını söyleyebiliriz.
Osmanlı’yı kuran iradeye dair bugünlerde gösterimdeki dizi dolayısıyla ciddi bir algımız var ama bu algıların geriye dönük bol hüsnü niyetlerle belirlenen bir bakışla kurulduğunu unutmamalıyız. Ertuğrul’u ve arkadaşlarını asırlar sonrasına dair planlar yapabilen birileri olarak hayal edebiliriz ama bu insanoğlunun ve tarihin tabiatına uyan bir şey değildir.
Belki şu çok açıktır, Ertuğrul geleceği, yani gaybı bilmiyordu, bilemezdi, ama, o gün ne yapacağını, ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu ve yapacağını tam bir kararlılıkla, istikamet üzere yapıyordu.
İyinin de kötünün de evrensel bir geçerliliği vardır. Dünyaya hatırlanmanızı gerektiren bir eser bırakmışsanız, iyi ve kötüye dair yaptığınız tercihler ortaya koyduğunuz eserlerle birlikte asırlar sonra da bugüne doğru parlak fikirler ve eylemler olarak ışıldar. Sanki bugünü görmüşsünüz gibi tarihin derinliklerinden bugüne sesiniz yetişir. Tıpkı bu yazının üslubunda olduğu gibi aradan zaman kipi çekilir, binlerce yıl farkıyla yaşamış insanlar çağdaşlaşır, birbirleriyle hiçbir tarihsel engel tanımadan buluşurlar.
Medeniyetler onları ilk başta kuran insanların niyetlerinden, hayata bakış tarzlarından ve bilhassa gündelik hayat ilişkilerine ve insanlararası ilişkilere yansıyan küçük ilkelerden ve davranış kalitesinden çok etkilenir elbet.