Belli bir periyotla okuyucunun karşısına çıkmak durumunda olan bir yazar için olabilecek en zor yazılardan birini yazıyorum. Ne planlarımız vardı bugün yazmak için, ne deli düşünceler geziniyordu zihnimizde. Ona laf yetiştirecektik, buna cevap verecektik, şu konu yarım kalmıştı onu tamamlayacaktık. Rutininde akıp giden bir gündem vardı biz de rutinine uygun bir yorum yapacaktık. Ya bir de ertesi gün yapacağı bir sürü işin planını düşünerek uyumuş insanlar. Heyecanlı oyunlarının yorgunluğuyla, sabah saatlerinde kalkıp iki haftalar tatilin ardından okula gitmek üzere kendilerini gecenin huzurlu kucağına atmış küçücük bedenler. Önlerinde upuzun bir hayat. Anne babalarının
geleceğe uzattıkları amaçlar, hayalleri…
Bir orta ölçekli kıyamet gelip kendi konusunu öyle bir anlatıyor ki, başka gündeme bir satırlık münasip bir yer, başka bir mevzu için hiçbir münasebet kalmıyor. Tek konu ve tek gerçek var şimdi: deprem. Getirdiği ölümlerle, boşa çıkardığı hayatlarla, doldurup hiçleştirdiği anlamlarla, hatırlattığı ve yüzümüze acımasızca vurduğu ihmallerimizle, gafletimizle, tamahkarlıklarımızla, cehaletimizle. Kendimize ait zannedip...