Siyasî iktidar başka, ülke başka. Bunlar farklı şeyler. Birincisini değiştirebilirsiniz fakat ikincisini değiştiremezsiniz. Birincisinin hataları yüzünden ikincisi zorlanıyorsa, birincisini nasıl değiştirip ikincisini kurtarırım diye düşünmeniz gerekir.
Öyle yapmaz da, ülkeyi bir gemi, siyasî iktidarı da o geminin değişmez kaptanı olarak görürseniz, “Hepimiz aynı gemideyiz” demeye başlarsanız. Bu durumda size düşen, güvertede oturup kaptanın başarısı için dua etmekten ibarettir. Elbette, tartışırsınız. “Bu kaptan bizi bu fırtınanın içine niye soktu?” diyerek yakın geçmişi gözden geçirebilirsiniz. “Bunun kaptanlık diploması, fırtınalı deniz tecrübesi, seyrüsefer kabiliyeti var mı?” diye sorgulayabilirsiniz. Sular güverteyi kaplamaya başlayınca kaptan köşkünün önüne gelip, “Kardeşim, fırtınanın içine doğru açılma, kıyıdan kıyıdan git, kötüsü olursa baştankara edersin” gibi şeyler de söyleyebilirsiniz. Kaptan dev bir dalgayı savuşturan başarılı bir manevra yaptığında “Bravo!” diye bağırıp alkışlar, gemiyi dalganın altına soktuğunda “Oha!” diye bağırıp yuh çekebilirsiniz. Fakat kafanızdaki sabit fikir değişmez: dümeni kim tutuyorsa kaptan odur ve hepimiz aynı gemideyiz.
Bazıları birinci sınıf geniş kamara süitlerde huzurlu, bazıları ikinci sınıf dar kamaralarda kaygılı, bazıları güverte altında sıkış tepiş seyahat ediyor; makine dairesinde proletarya ter dökerken balo salonunda burjuvazi şampanya patlatıp vals yapıyor, durumu fark eden bir kesim üst güverteden helikopterle tüyerek gemiyi terk ediyor... gibi derin bir sınıfsal analiz yapacak değilim. Bunun faydası yok. Faydalı olan, kaptanı değiştirerek gemiyi kurtarma ihtimali üzerinde odaklanmaktır....