Bu yaşıma geldim, insanların “demokrasi” derken neyi kast ettiklerini anlayamadım. Her şeyin başına bir “demokratik” sıfatı koymak, söylenen söze elbette “ilerici” bir hava veriyor: “demokratik mücadele,” “demokratik toplum,” “demokratik talep” gibi… Fakat bu şeyin kendisi nedir?
Baskıcı rejimlere karşı verilen mücadelelerin toplamına “demokratik” demek belki doğru olur. Bu kavramın 1920-1945 aralığında, faşizmin Avrupa’yı kasıp kavurduğu dönemde yerleştiğini söyleyebiliriz. Bu dönemin sonunda ortaya çıkan “demokrasiler” sosyalist sistemlerin varlığından, sınıf mücadelesi karşısında burjuvazinin denge arayışından kaynaklandı.
Basit bir örnekle şöyle açıklanabilir: köylüler toprakları işgal edip sürmeye, işçiler fabrikaları işgal edip üretimi denetlemeye, öğrenciler üniversiteleri işgal edip müfredatı belirlemeye başlarlar; bunun üzerine devlet müdahale eder, ortalık karışır fakat burjuvazinin siyasi temsilcileri her şeyi kaybedeceklerini anlayarak parlamentonun kapısını işçilerin ve köylülerin temsilcilerine açarlar, duruma uygun yasalar çıkarılır ve “demokrasi” olur.
Demek ki sınıflı toplumlarda demokrasi sınıflar arasında denge sağlayan bir yönetim biçimidir. Burjuvazinin ezilen sınıfların mücadelesini bastıramadığı, ezilen sınıfların da bir devrim yaparak iktidarı ele geçiremediği durumda “demokrasi” olur. Başka deyişle, mücadele yoksa kimse size demokratik haklar vermez; hakları elde etmiş, o hakların muhafızı olmuş sınıfsal güçler yoksa, “demokratik” görünmek için yukarıdan verilen haklar, konjonktür, kriz vs bahane edilerek kolayca geri alınabilir.