Seçkin (elit) ve seçkinci (elitist) kavramları hep tartışmalı
olmuştur. Üstün nitelikleriyle öne çıkan, göze çarpan kişiye
“seçkin” denir. Burada bir sorun yok. İnsan topluluklarının örgütlü
olduğu her yerde seçkinler vardır. Sanat ve bilim alanında
eserleriyle ve bilimsel gelişmeye katkılarıyla öne çıkan kişiler,
gerçek devlet adamları, “monşer” denilen sahici diplomatlar,
devrimlere ve reformlara öncülük eden kadrolar toplumun
seçkinleridir.
Fakat “seçkincilikten” (elitizm) söz ettiğimiz zaman işin şekli
değişir ve halk kitlelerinin yaratıcı etkinlikten ya da kendini
yönetme yeteneğinden yoksun olduğunu, bu türden etkinlik ve
yeteneğin sadece seçkinlerle sınırlı olduğunu savunmak gibi
tartışmalı bir durum ortaya çıkar. Elbette böyle bir seçkinciliği
kuvvetle savunmak Jakoben bir yönetim anlayışına, giderek sıradan
insanlara tepeden bakan kibirli bir tutuma yol açar. Yelpazenin bir
ucuna bu kibirli tutumu yerleştirirsek, öbür ucuna da sıradan
popülizmi ve halk dalkavukluğunu yerleştirmemiz gerekir.
Her toplumun seçkinleri vardır. İlkel toplumda bile büyücü/hekim ve
kabile şefinin danıştığı insanlar o toplumun seçkinleridir. Bu
kişiler iktidar konumunda olmasalar da toplumun kültürel hayatı,
insanların gündelik tercihleri, üretim ve tüketim tarzları üzerinde
etkili olurlar.
Seçkin olmayı şöhretli olmakla karıştırmamak gerekir. Kişi halk
kitlelerini heyecanlandıran, coşturan muazzam bir şöhrete sahip
olabilir fakat bu durum aynı kişiyi bir “seçkin” olarak
tanımlamamıza yetmeyebilir.
Seçkin olan, tanımı gereği popüler değildir. Suna Kan mesela,
hiçbir zaman Ajda Pekkan kadar p...