Yılmaz Güney’in ünlü bir tiradı vardır. Bir grup genç hükümlüye şöyle der:
“Türkiye’de insanlara, özellikle sizin gibi genç insanlara çok iyi yaşam koşullarının hazırlanabileceği ortam... Eğer ortam hazırlanmazsa, siz orada ne olursunuz, biliyor musunuz? Gençliğin verdiği o dinamizmle, gangster olursunuz, kabadayılık hastalığına tutulur hapishanelere düşersiniz. Kiminiz ölür, kiminiz kurşunlara dizilir. Kiminiz bir kadına hasta olur, genelevin önünde, barın önünde vurulur. Kiminiz esrar kaçakçısı, kiminiz sigara kaçakçısı olarak kaldırımlarda ölürsünüz... Başka yol yok! Tek kurtuluş vardır: Devrim, devrim, devrim!”
Benzetmek gibi olmasın ama bu sözler bana sosyalist solun bir kısmının içinde bulunduğu durumu hatırlattı. Bizim devrimcilik ortamımız 1960’ların sonunda oluşmuştur. Aybar-Boran-Aren, Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı, Mahir Çayan, Sinan Cemgil-Hüseyin İnan, Doğu Perinçek ve o dönemin bütün devrimci teorisyenlerini birleştiren temel düşünce “Amerikan emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçileri”ne karşı olmaktır. Aralarındaki görüş ayrılıkları ne olursa olsun, bütün bir kuşak “tam bağımsızlık” düşüncesini sosyalizme giden yolun başlangıç noktası olarak görmüştür. Bu düşünce bizi Avrupa’daki 68 Kuşağı’ndan ve Batı’daki bütün komünist ve sosyalist parti ve hareketlerden çok kalın ve kesin bir çizgiyle ayırmıştır.
Şimdi ne oldu da APO’nun “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”na benzesin diye liberter Murray Bookchin’den arakladığı “demokratik özerklik” gibi emperyal projelere hasta olup Amerikan tüfekleri ve Fransız toplarıyla donatılmış PKK’nin sivil uzantısı HDP’nin kapısında, ya da ne kadar yurtsever millîci varsa hepsini tasfiye edip Cumhurbaşkanı adayı olarak kendi içinden bir komedyen çıkaran CHP’nin avlusunda milletvekili olmayı bekler hâle geldiniz? HDP’nin ve CHP’nin kapısında kurşunlara dizilecek olan, bu topraklarda doğan özgün bağımsızlık ve sosyalizm düşüncesidir.
Varılan bu noktanın elbette 1986-96 gibi on yıllık bir dönemde mayalanan kendi tarihi var ki burada anlatması uzun sürer. Bu tarihsel süreç içinde sosyalist solun bir bölümünün yaşadığı dönüşüm ancak PKK’nin yaptığı her işin başına bir “demokratik” sözcüğü koymasıyla, neoliberalizmin ve emperyalizmin etnisite ve din temelli derin bir “demokrasi budalalığı” yaratıp bu budalalığı var gücüyle parlatıp teşvik etmesiyle açıklanabilir. Bu bir akıl tutulmasıdır!
Kendisini “komünist” olarak tanımlayan bir arkadaş HDP’den milletvekili adayı olmasını Lenin’den şu alıntıyı yaparak açıkladı: “Komünistler için seçimler, özel bir siyasî işlem değildir, bin bir türlü vaatte bulunarak sandalye kazanmaya çalışmak değildir, ama sınıf bilinci olan işçilerin/halkın siyasal dünya görüşünün ilkelerini ve temel isteklerini savunmak için özel bir fırsattır.”