Eugen Ionescu 1959’da yazdığı Gergedan adlı senaryoda Alman
halkının 1930’lardan itibaren dönüşüm geçirerek yavaş yavaş
Nazileşmesini anlatır. Günün birinde şehrin ana meydanından koşarak
bir gergedan geçer. Görenler şaşırır. Sonra şehir halkı teker teker
gergedanlaşmaya başlar. Önce kızarıp şişen alınlarından boynuz
çıkaran, sonra dört ayak üzerine düşen insanlar giderek kusursuz
birer gergedana dönüşmektedir. Zamanla şehrin bütün nüfusu
gergedanlaşır. Fakat kahramanımız Berenger direnmeye kararlıdır.
Asla teslim olmayacaktır. O artık “son insan”dır. Gergedanlaşmaya
karşı mücadele edecektir.
Ionescu ansızın ortaya çıkan bir düşüncenin nasıl yayıldığını, o
düşünceye en yabancı insanların bile zamanla nasıl dönüştüğünü
anlatır. Bartu Soral’ın Cumhuriyet gazetesinin çizgisini sorgulayan
yazısı üzerine, aynı gazetenin yazarı Zeynep Oral’ın “Çok
hastayım... Kusmamı ve öğürmemi durduramıyorum” diye yazması, bana
Ionescu’nun işaret ettiği salgın hastalığı hatırlattı.
Bir ülkede hukuk, adalet, kanun, anayasa vs. bir kere katledilir ve
böylece etkisiz hâle getirilir. Türkiye’de hukuk 1971’de ağır
yaralanmış, 1980’de katledilmiş, 2002’de başlayan gergedanlaşma
sürecinde siyasî iktidarın kapatması olmuştur.
Siyasî iktidar, gözü bağlı adalet tanrıçasını elindeki teraziyle
birlikte atının terkisine atıp Üsküdar’a geçmişse, o ülkede artık
objektif hukuk normlarıyla değerlendirme yapmanın faydası yoktur.
Güçler mücadelesinin diliyle konuşmak, yeni bir toplumsal mutabakat
aramak gerekir. Bu da herkesin safını belirlemesini gerektirir.
Voltaire’e atfedilen, “Katılmadığım fikirlerinizi
serbest&cce...