ABD’nin Türkiye’nin iç politikasını yönlendirme gücü ve cüreti karşısında şaşırmamak elde değil. Elbette bunun uzun bir tarihi geçmişi var: Demokrat Parti iktidarıyla başlıyor, 27 Mayıs sonrasında, 12 Mart’ta ve 12 Eylül’de yurtsever subayların, bağımsızlıkçı devrimcilerin tasfiyesiyle devam ediyor; ardından, Özal’ın 24 Ocak kararlarıyla zemini hazırlaması ve Demirel’in partisini Tansu Çiller’e teslim etmek zorunda kalması; nihayet, “Ben BOP eşbakanıyım” diyen birinin Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla Türk Ordusu’nun gücünü kırması; derken efendim, fazla iddialı çıkıp sınırları aşan eşbaşkanı darbeyle devirme girişimi.
Ve şimdi… son numara: inişe geçen ve “metal yorgunluğu”na uğrayan siyasi iktidarı şantaj yoluyla hizaya getirerek FETÖ’yle örtük bir uzlaşmaya zorlama, Türk Ordusu’nda kalan son yurtsever subayları ona tasfiye ettirme, ne kadar Kemalist ve ulusalcı varsa hepsini “darbeci” gibi gösterip siyaset alanının dışına sürme operasyonu.