Savaşlarda cepheler olur. Devletler bütün imkân ve kabiliyetleriyle ordularını seferber ederler, ülkeler fethedilir yağmalanır, “yenenler yenilenlerin dikişsiz ak libaslarında silerler kılıçlarının kanını,” bunu görenler başlarına devşirirler akıllarını; mezarlıklar yoksul şehit ailelerinin gözyaşlarıyla yıkanırken silah tüccarlarının savaş vurguncularının kasaları parayla dolup taşar; nihayet kahramanlık nutukları yatışır, bir masaya oturan taraflar mütareke şartlarını müzakere ederler.
Dördüncü nesil savaşlarda böyle olmuyor. Savaş oyunu bir iki değil, elli yüz hamle sonrasının hesaplandığı fakat her an her şeyin değişebildiği uzun süreli çok boyutlu bir satranç gibi oynanıyor; 24 saat uzaydan gözetlenen iç içe geçmiş geniş çatışma alanlarında diplomasinin nerede bitip casusluğun nerede başladığı, gizli görüşmelerin nerede bitip silah cayırtısının nerede koptuğu, petrol ve para dümenlerinin nasıl döndüğü, safların nasıl birleşip ayrıştığı uzaktan anlaşılmıyor.
Bu nedenle tarafların niyetlerini anlamak ve hareketlerini izlemek çok zor. Fakat kafadaki tasarıma ve siyasî hedeflere göre olayları yorumlayarak analiz yapmak, her şeyi anlıyormuş gibi davranmak çok kolay. Bu yüzden sahici askerî uzmanlar dışında yazanların genellikle önce ateş edip sonra nişan aldıkları ve hedefin attıkları merminin yörüngesine doğru gelmesini bekledikleri görülüyor. Bunu doğal karşılamak gerekir, çünkü yeni savaş tarzında bir hamlenin maksadını ancak uzun süre sonra anlayabilirsiniz.
Anlık bir fotoğraf çekmek gerekirse, hükümetin İdlib Mutabakatı’yla kendi dünya görüşüne ve hedeflerine uygun bir başarı kazandığını söyleyebiliriz. ABD’nin taşeronu olarak bölgede bir Sünni nüfuz alanı edinemeyen siyasî iktidar, Rusya’nın stratejik nedenlerle Türkiye’yle arasını iyi tutma mecburiyetine oynayarak İdlib’de her an her şeyin olabileceği bir köprü başı elde etti.
Siyasî iktidarın bölgeye bakışını Sayın Reis’in şu sözlerinden anlıyoruz: “Lafta herkes Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz ediyor. Ama uygulamaya baktığınız zaman, herkes parselasyonu yapmış. (...) Bize diyorlar ki ‘Bizi buraya rejim çağırdı.’ Biz de diyoruz ki, ‘Sizi rejim çağırdıysa bizi de buraya Suriye halkı çağırdı.’ Aramızdaki fark bu. Şu anda kimse orada, İdlib’de ellerinde Rus bayraklarıyla dolaşmıyor, ABD bayraklarıyla dolaşmıyor, Alman ya da Fransız bayraklarıyla dolaşmıyor. Türk bayraklarıyla dolaşıyor. Bunun bir anlamı var.”
Gerçekten, çok anlamlı. Suriye ve Rusya bölgedeki en gerici, ABD ve İsrail’in kullandığı en vahşi güçleri İdlib’e süpürdü, onları ikna ve “silahsızlandırma” sorumluluğunu da Türkiye’ye yükledi. Şimdi bölgenin bütün şeriatçıları ellerinde Türk bayraklarıyla dolaşıyor.