Çin’de Ming Hanedanı’nın İkinci İmparatorluk döneminde Wang Lun adında bir cellât yaşarmış. Sanatının ustası olan cellâdın şöhreti bütün İmparatorluk eyaletlerine yayılmış.
Wang Lun’un infaz yöntemi değişikmiş. Mahkûmların son gecelerini hep birlikte neşe içinde geçirmelerini sağlarmış. Cellât ve bütün mahkûmlar sabaha kadar hep birlikte şarkı söyler, en sevdikleri yemekleri yer, pirinç rakısı kadehlerini peş peşe yuvarlayıp mutlu olurlarmış. Şafak sökerken cellât ansızın hareketlenip palasını çeker ve hafiften çakırkeyif olan mahkûmların kellesini, tırpanla başak biçer gibi alıverirmiş.
Yine böyle bir infaz ayininde mahkûmlar, sabaha kadar pek güzel eğlenmişler, şarkılar söyleyerek yiyip içmişler. Derken güneşin ilk ışıkları dağların tepesinde belirmiş. Fakat hiçbir şey olmamış. Mahkûmlardan biri, cellâda sormuş: “İnfaz neden gecikti?” Cellât, “Gecikmedi ki” demiş. “Fakat kellelerimiz yerli yerinde duruyor,” diye diretmiş mahkûm. “Size öyle geliyor,” demiş cellât, palasına bulaşan kanı göstermiş mahkûma. Dehşete kapılan mahkûm, “Nasıl yani?” diye mırıldanmış. “Ben çok hızlıyımdır,” demiş cellât. “Ayağa kalktığın anda kellen kucağına düşecek.”
Kıssadan hisse: Kelleniz çoktan gitmiş olabilir, ancak siz bunu henüz fark etmemiş olabilirsiniz. Organ kayıplarında da aynı şey oluyormuş. Mesela tren bacağınızın üzerinden geçmiş ama siz hâlâ koştuğunuzu sanıyorsunuz. Ya da kopmuş kolunuz sürekli kaşınıyor. Uydurmuş gibi olmayayım ama nörolojide buna galiba “tepki gecikmesi” deniyordu. Bir şey olmuş, ama siz olan şeyi henüz idrak edemediğiniz iç...