Yıllar önce arkadaşlar arasında söyleyip eğlendiğimiz bir tekerleme vardı: “Çünkü malum Kuzey Atlantik Paktı’nın sadık şürekâsı arasındaki tesânüde bağlı hür milletlerin bekası.” Galiba Ankara Sanat Tiyatrosu ya da Halk Oyuncuları’nın sergilediği bir oyunun repliği idi. Özetle, özgür ulusların varlığı NATO üyeleri arasındaki dayanışmaya bağlıdır, diyor.
Bu “dayanışma”nın Türkiye’ye maliyeti çok yüksek oldu. 1974’te Kıbrıs Harekâtı’nı, Ege hava sahası ve kıta sahanlığı gibi sorunları bir yana bırakırsak, Türkiye’nin dış politikası 1950’lerden itibaren Kuzey Atlantik yıldızının kılavuzluğunda, Amerikan emperyalizminin dümen suyunda yol aldı. Bu uzun yıllar boyunca ülkemizi yönetenlerin gözü kulağı Batı’ya, cephesi ve nefreti kuzeye dönük kaldı. Batı Asya’ya ise arkamızı döndük. Doğu’yu Batı’nın gözüyle gördük, kendi bölgemizde olup bitenleri Batı’nın yayın organlarından, yazarlarından öğrendik. NATO’ya yaslanıp bölgemizdeki ülkelere ağabeylik tasladık.