1917 Ekim Devrimi her geçen yıl biraz daha uzaklaşıyor. Bütün
kahramanlarıyla, güçlü ve zayıf yanlarıyla güncelliğini yitiriyor,
bir zamanlar çok canlı görünen renkleri giderek tarihî olayların
tasvir edildiği goblenler gibi soluyor.
Onu tarihin içinde 1789 Fransız Devrimi’nin yanına mı, yoksa 1871
Paris Komünü’nün yanına mı koymak gerekir?
Tarihçi Eric Hobsbawm, “Fransız Devrimi’ne Bakış” adlı kitabında
Ekim Devrimi’nin 20. asır devrimlerinin prototipi olduğunu, fakat
ölçeği ve yarattığı etkilerin sürekliliği bakımından Fransız
Devrimi’ne kıyasla “cüce” kaldığını söyler. Bununla birlikte 1917,
burjuva demokratik devrim aşamasını bilinçli bir atılımla aşarak
başka devrimlerin yolunu açmıştır. 1789 ise etkileri günümüze kadar
gelen hukukî, idari yapılar yaratmış, “yurttaş” kavramını ve
ulus-devlet anlayışını getirmiştir. 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları
Bildirisi dünyanın her yerinde yankılanmıştır.
Zamanla her iki devrimin ışığı revizyonist görüşlerin prizmasında
kırıldı. Mesela, bu kadar kanlı bir devrime ne gerek vardı, XVI.
Louis zaten feodal yapıdan şikâyetçiydi, üstelik kapsamlı reformlar
yapmak üzereydi, denilmiş; ya da Ekim Devrimi’nin son tahlilde bir
demokratik devrim olduğu iddia edilmiş; ya da Robespierre’in kanlı
bir katil olduğu, devrimle oluşan yapının Napoleon
İmparatorluğu’yla yıkılarak boşa gittiği sanılmış; bütün
devrimlerin son tahlilde aynı kapıya çıktığı, hatta Putin’in ezilen
dünyanın bir lideri olarak emperyalizmle savaştığı
söylenmiştir.
Napoleon ile Putin arasında, arkalarında kalan devrime ilişkin
tutumları bakımından önemli farklar var. Napoleon fiilen bir kenara
ittiği burjuvazinin devrimci düş&u...