Fütürizmin kurucularından, İtalyan şair ve yazar Filippo Tommaso Marinetti (1876-1944) savaşı estetik buluyordu. Savaşa övgü yazısı, “Savaş güzeldir” sözleriyle başlar. “Çünkü gaz maskeleri, korkutucu megafonlar, alev makineleri ve tanklarıyla savaş, insanın makine üzerindeki hâkimiyetine gerekçe kazandırır... Ey Fütürizmin şairleri ... savaş estetiğine ilişkin bu temel ilkeleri hatırlayın, hatırlayın ki yeni bir şiir ve yeni plastik sanatlar uğruna gösterdiğiniz çabalar yine sizin ışığınızla aydınlansın.”
Marinetti, tahmin edileceği gibi, Mussolini’nin hayranı, İtalyan faşist partisinin kurucularından biriydi. I. Dünya Savaşı’na gönüllü olarak katıldı. Hayranı olduğu Duçe’nin İtalyan partizanlar tarafından gayet estetik biçimde bacaklarından asıldığını göremeden 1944 yılında kalp krizinden öldü.
On sekiz yaşında I. Dünya Savaşı’na sürüklenen komünist Henri Barbusse (1873-1935) Ateş adlı romanında Marinetti’nin estetik değer bulduğu savaşın aslında nasıl kanlı bir vahşet olduğunu canlı tasvirlerle anlattı. Kitapları, 9-10 Kasım 1938’de Nazilerin Kristallnacht’ında (Kristal Gece) ateşe verilen dünya eserleri arasında yer aldı. Gazeteci Erich Maria Remarque (1898-1970) ise Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok adlı romanında, savaşın insanları ruhen öldürdüğünü, uzun siper savaşlarının yarattığı umutsuz ve boğucu havayı anlattı.
İspanyol İç Savaşı sırasında Cumhuriyetçilerin hava kuvvetlerini örgütleyen gazeteci, daha sonra Charles de Gaulle’ün Kültür Bakanı André Malraux (1901-1976), Umut adlı romanında İspanyol trajedisini sorgulayarak iç savaşın acımasızlığını gözler önüne serdi. Yine Jean Paul Sartre (1905-1980), Özgürlük Yolları adlı varoluşçu üçlemesinin (Uyanış-Bekleyiş-Tükeniş) kahramanı Mathieu Delarue’yla birlikte okuru Nazi işgalindeki Fransa’da ve savaş cephesinde dolaştırdı ve romanın son cümlesinde, büyük savaş hedeflerinin tekil askerin ölümüne kayıtsızlığını şu ıssız sözlerle anlattı: “Yarın cansız beden ve paslı demir aynı terle ıslanacak, yarın siyah kuşlar gelecek.”
Örnekler çoğaltılabilir. Fakat dünya edebiyatının da anlattığı değişmez gerçek şudur ki savaşta özel bir hınç alma imkânı, estetik bir değer bulanların hepsi saldırgan emperyalist güçlerin savunucusu olan ırkçılar ve faşistler; savaşı insanlık dışı ve dehşet verici bulanlar ise yurtseverler, solcular ve komünistler olmuştur. Fakat savaş vakti geldiğinde, savaştan nefret edenler, en az savaşa hevesli olanlar kadar cesaret ve kararlılıkla savaşmışlardır.
Neredeyse bütün gençliği cephelerde, at üstünde, ordugâhlarda geçen Mustafa Kemal’in “Zorunlu olmadıkça savaş cinayettir” sözü son günlerde çok sık tekrarlanıyor. Peki savaş zorunluysa ne olacak? “Barış, hemen şimdi” diyerek, savaş üzerine akıl yürüten herkesi “militarist” ve “faşist” olarak damgalayıp, büyük emperyal güçler arasında sıkışıp kalmış ülkemizin siyasî coğrafyasının yeniden şekillendirilmesine, adalarımızın elimizden alınıp denizlerimizin kapatılmasına razı mı olacaksınız? Yoksa Lenin’in I. Dünya Savaşı’nda yaptığı gibi, proletarya ve köylülüğü ayaklandırarak emperyalist savaşı tekil ülkelerde iç savaşa dönüştürmeye mi çalışacaksınız?