Sinema endüstrisi eskiden tarihsel olayların önünden değil
arkasından giderdi. II. Savaş’tan sonra Amerikan askerinin
kahramanlığını yücelten Hollywood filmleri dünyayı kapladı.
Normandiya Çıkarması’ndan sonra Avrupa’nın içlerinde insanlığı ve
demokrasiyi kurtarmak için Nazi kötülüğüyle savaşan, Pasifik
adalarında vahşi Japonlarla boğuşan merhametli ve cesur Amerikan
askerinin yanı sıra, McArthur, Rommel, Mongomery, Patton gibi ünlü
generallerin şahsında bir tür trajik askerî romantizm, bu filmlerin
başlıca temasını oluşturdu.
Vietnam filmleri bir bakıma özeleştireldi. Hollywood bu filmlerde
kitle çizgisini yakaladı ve Amerikan kamuoyunu teselli eden, matem
tutan savaş karşıtı filmlere yöneldi. Ne de olsa Amerikan
Conisi’nin Vietkong karşısında rezil olmasında Amerikan kamuoyunun
medya desteğiyle gelişen savaş karşıtı tutumu etkili olmuştu.
Şimdi durum değişmiş görünüyor. Atlantik âleminin sinema
endüstrisi, tarihe göndermede bulunarak konformist Batı halklarını
savaşa hazırlıyor; önden gidiyor. Christopher Nolan’ın Dunkirk ve
Joe Wright’ın En Karanlık Saat adlı, 2017 yapımı filmleri sadece
iki örnek.
Birincisi, Alman ordusunun Dunkirk’te kuşattığı İngiliz
askerlerinin sivil teknelerle kurtarılmasını anlatıyor. İkincisinde
ise Churchill, Hitler’in Avrupa’yı istilasına kayıtsız kalarak
barış isteyen, savaştan korkan Chamberlain ekibine direniyor,
metrodaki sıradan insanlara danıştıktan sonra savaşmaya karar
veriyor. Her iki filmde de Churchill’in “her yerde savaşacağız”
temalı dramatik/teatral konuşmasını kendi sesinden duyuyoruz.
Üçüncü film, Stalin’in Ölümü (Armando Iannucci, 2017) ise oldukça
tuhaf. Tuhaflığın sebebi, Stalin’in öl&u...