Diplomasi, savaşmadan başarılı sonuçlar almayı, silahlı çatışmanın kaçınılmaz olduğu durumlarda en ideal ittifakları kurarak en elverişli savaş koşullarını yaratmayı amaçlar. Fakat bazen öyle tarihî koşullar oluşur ki diplomasi savaşı izlemek, onun peşinden gitmek zorunda kalır.
ABD’nin Suriye’den askerî kuvvetlerini çekeceğini ilan ederek bütün dünyayı şaşırtması ve bütün bölgesel güçleri yeniden mevzilenmeye zorlaması, Türkiye için kaçırılmayacak bir fırsat yarattı. ABD’nin 60-100 gün içinde Suriye’den çekileceğini ve diplomatik temsilcilerini (ajanlarını, gizli ve açık karakol noktalarını) 24 saat içinde bölgeden tahliye edeceğini açıklaması Türk Ordusu’na kısa süreli bir imkân sağladı; Afrin’de yaptığı gibi kuşatmanın bir bölümünü açık bırakarak silahlı güçlerin tahliyesine fırsat vermeden Suriye’nin kuzeyindeki PYD oluşumlarını kuşatıp imha edebilir, meşhur koridoru bir daha onarılamayacak şekilde bozup engelleyebilir, tırlar dolusu Amerikan silah, teçhizat ve malzemesine el koyarak bunları mesela gezici bir sergide teşhir edebilir.
Bu harekât ABD ve Rusya’nın mutabakatıyla Kamışlı’da kurulması düşünülen yarı-özerk PYD oluşumunun gelecekteki gücünü azaltacak, inisiyatifini en aza indirecek şekilde planlanmalıdır. Bu hamle aynı zamanda Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Ege ve Karadeniz’de pasif bir izleyici olmaktan çıkarak, sözünün ağırlığını hissettiren aktif bir oyuncu olmasını da sağlayacaktır.
Türk Ordusu büyük güçlerin ve bölge devletlerinin oluşacak boşluğu doldurmak için harekete geçmelerine fırsat vermeden, daha sonra Suriye ulus-devletine teslim etmek üzere sınır ötesinde geçici bir güvenlik kuşağı oluşturmalıdır. BM raporlarında belirtildiği gibi PYD-PKK tarafından etnik temizliğe tabi tutularak bölgeyi terk etmeye zorlanan Türkmenlerin, Arapların ve ayrıca Kürt aşiretlerinin geçen perşembe günü PYD-YPG’ye karşı ortak açıklama yapmaları, Türkiye’nin bir süredir bölgeyi müdahaleye hazırladığını, sahanın uygun olduğunu göstermektedir.
Çekilme kararı ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nden vazgeçtiğini, bölgeyi İran ve Rus güçlerinin inisiyatifine terk ettiğini, İsrail’in güvenliğini artık önemsemediğini göstermez. Oluşması istenen ve/ya da el altından beslenecek kaosu sonraki evrelerde yönetme beklentisiyle düşünülmüş bir taktik geri çekilmedir. ABD Fırat’ın doğusunda YPG yerine bir NATO ordusunun bulunmasını, Fırat’ın batısındaki Rusya ve Suriye ağırlığının bu şekilde dengeleneceğini düşünmüş olabilir. Bölgede PYD-PKK’yle iç içe geçmiş Amerikan askerlerinin Türk Ordusu’yla çatışması hâlinde NATO’nun güneydoğu kanadının çökmesinden çekinmiş olabilir. Bölgede şu anda silahla ulaşabileceği bir hedef olmadığını saptamış olabilir. Türk Ordusu’nu daha geniş bir stratejik perspektif içinde kullanmaya karar vererek, YPG güçlerini feda etmeye karar vermiş, koridor fikrinden vazgeçmiş olabilir. Barzani güçleri ve Roj peşmergelerini Türkiye’nin himayesinde İran güçlerine karşı birleştirmek istiyor olabilir. Ya da buna benzer şeyleri bir sonraki aşamada kararlaştıracak olabilir. Belki de "çekilme" Trump ile Pentagon arasında basit bir restleşmenin yansımasıdır. Sayısız olasılık var.
AKP iktidarı bir kez daha tarihî sorumluluğuyla baş başadır. İki hareket tarzı vardır. Birincisi; sınır güvenliğini sağladıktan sonra Rusya, İran ve Suriye’yle yakın işbirliği içinde NATO etkilerini ve baskılarını dengelemek; ülke içinde, ümmet şuurunun yerine ulus bilincini güçlendirerek, siyasî İslam ideolojisini yaymayı amaçlayan uçuk kaçık projelerden (camilerde gençlik kolları vs) vazgeçmektir. İkincisi; Davutoğlu’nun "Stratejik Derinlik"ini raftan indirerek, ABD’nin taşeronu olarak güney istikametinde farklı etnik gruplardan oluşan, giderek eyalet sistemine dönüşecek bir Sünni nüfuz alanı oluşturmaya çalışmaktır. İkinci durumda, Türkiye’nin PYD-PKK’yi destekleyen düşman bir Suriye’yle ve ayrıca Şii İran’la çatışması, Rusya’yla arasını bozarak İsrail/Atlantik eksenine doğru kayması kaçınılmaz olacaktır. ABD’nin siyasî iktidarı bu yönde ittiğini gösteren sayısız belirti vardır (sıkı görüşme trafiği, patriotlar vs).