Osmanlı’nın bilim, teknoloji, özellikle de kitaptan kopuk yaşadığını, yıldıznamelerle hayatına yön verdiğini, eşeğin kuyruğuna bakıp hava tahmini yaptığını, kendi çağına göre son derece ilkel kaldığını, hatta çok övündüğümüz mimari alanda bile Avrupa’nın gerisinde olduğunu yazan bir yazara da, Çallı İbrahim’in bir sözünü hatırlatmak zorundayım:
“Bu kadar cehalet ancak tahsil ile mümkündür!”
İnsan birazcık düşünür: Düşünür ki, Osmanlı, 22 milyon kilometrekare yüzölçümlü devasa bir coğrafyaya dağılmış, tabir caizse yetmiş iki buçuk milleti, asırlar boyu, ilmi ve tekniği olmadan büyük bir maharet, liyakat ve kabiliyetle nasıl yönetmiştir?..
İnsan birazcık düşünür: Düşünür ki, dünyanın en güzel ve güzide mimari eserlerinden Tâc-Mahal’i, yine dünyanın en büyük kubbesini taşıyan Gül-Künbed’i, dünyanın en zarif minareleriyle süslenmiş Selimiye Camii’ni, Budapeşte’deki hamamları, Mogadişu’da onyedinci yüzyılda inşa edilip bugün hâlâ kullanılan kanalizasyon şebekesini, 1880’lerde Taif’de kurulup bugün dahi yararlanılan tuzlu su arıtma tesislerini, acaba ilim ve teknoloji fakiri Osmanlı nasıl inşa etmiştir?..
İnsan birazcık düşünür: Düşünür ki, Copernicus’dan (Kopernik) yüz küsur sene önce tarih ve coğrafya alanlarında önemli eserler veren ve “Acaib-ul Mahlukaat” adlı eserinde dünyanın yuvarlak olduğunu vurgulayan Rükneddin Ahmed’in, ayrıca Piri Reis’in, Kâtib Çelebi’nin, Hacı Halife’nin eserleri değersiz oldukları için mi, Osmanlı Devleti’nde yayınlanır yayınlanmaz Batı dillerine çevrilmiş ve yüzyıllarca Batı üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur?..