1950 öncesinin “zindan ve hicran devri”nden, 14 Mayıs 1950’de iktidar olan Demokrat Parti devrine de bulaşan tortular, jakoben zihniyetin yönetimindeki “oligarşik bürokrasi” marifetiyle kendi halinde dindarlara yönelmiş, özellikle Risale-i Nur talebeleri, kâh “şeriat devleti kurmaya çalışmak”la, kâh “dini siyasete alet etmek”le, kâh “gizli cemiyet kurmak”la ve “laikliğe aykırı” davranmakla suçlanarak zindanlara atılmıştı.
İşte o günlerde, Demokrat Parti milletvekillerinden Dr. Tahsin Tola aracılığıyla durumdan haberdar olan genç bir avukat yerinden fırladı ve: “Zalimin zulmü varsa mazlumun Allah’ı var!..” diyerek, Ankara’ya koştu. Bediüzzaman Said Nursi’nin “Gençlik Rehberi” isimli eserini bastırıp dağıttıklarından dolayı tutuklanan Risale-i Nur talebelerine ulaştı. Demir parmaklıklar arkasında tutukluydular. Önce şunu sordu:
“Davanızı mı savunayım sizi mi? Sizi savunursam hemen çıkarsınız. Davanızı savunursam iş uzayabilir, hatta sonu mahkûmiyet bile olabilir.”
“Davamızı savunun!..” dediler ağız birliği içinde, “Biz kıyamete kadar cezaevinde kalmaya razıyız, yeter ki davamız anlaşılsın!”
Cesaret ve mertliğe tutkun Bekir Berk, bu cümle ile müvekkillerini sevdi ve davalarına bağlandı. Artık o Bediüzzaman ve talebeleri başta olmak üzere tüm “din mazlumları”nı savunuyordu.