“Takva Müslümanı” idik, “Marka Müslümanı” olduk!..
Mevki sahibi yahut varlıklı dindarlar, “takva” ile “marka” arasında bocalıyoruz: Marka yiyor, marka içiyor, marka giyiyor, marka yaşıyoruz.
Eskiden Müslüman hayatlar, ebediyete dönüktü. Dünya “ebedi” imiş gibi algılanmaz, “ahretin tarlası” olarak görülüp yaşanırdı. Mü’minler birbirlerini “çıkar” için değil, “Allah için” severlerdi.
Müslümanın içten pazarlıkları yoktu. Müslüman, göründüğü gibiydi: İçi başka, dışı başka dindara nadiren rastlanırdı.
Bir iş yapılmadan önce “günah mı, sevap mı” diye bakılır, ancak “sevap”, ya da en azından “müstehap” olduğu kanaati hâsıl olduktan sonra, o iş yapılırdı…
Müslüman zenginler “ehl-i dünya” denilen “tek dünyalılar”a (ahret inancı olmayanlara) özenmez, ne kıyafette, ne siyasette, ne sosyal ve ticarî hayatta onları taklit etmezdi.