Sovyetler Birliği’nin son lideri Gorbaçov’u hatırlayacaksınız. Karşısına sürekli olarak Lenin’in, Stalin’in yönetim tarzını ve sözlerini çıkaran tutucu Yüksek Prezidyum’a şöyle bağırmıştı:
“Bırakın da, devleti artık yaşayan liderler yönetsin!”
Bu söz ilk bakışta insana garip geliyor Öyle ya, Lenin de Stalin de çoktan ölüp gitmişler. Ölüp gitmişler, ama yaşayan liderlerin beynine hükmetmeyi de sürdürmüşler. Devlet onların koyduğu sınırları zorlayacak yapıya bir türlü kavuşamamış. Tabiatiyle kendini yenileyememiş, çağdaşlaşamamış; bir bakıma Lenin’e, Stalin’e ve onların dönemine tıkanıp kalmış.
Bunu ilk fark eden belki Gorbaçov değildir. Ama beynini ölü liderlerin hükmünden kurtarmak için harekete geçme cesaretini gösteren ilk lider odur.
Zaten başka çaresi de yoktu. Her üç patatesten birini tezgâha intikal ettiremeden çürüten bir ekonomik beceriksizliği ufak-tefek tashihlerle yürütmeye kalkışamazdı. Buna kalkıştığında her şeyin gümbür gümbür başına çökeceğini biliyordu. Sistemi temelinden ele alması lâzımdı. Bunun için de ölülerin gerçekten ölmesine ihtiyaç vardı.
İşte bu ihtiyaçtan dolayı, Gorbaçov, “Devleti yaşayan liderler yönetsin” diyerek ortaya çıktı, “Glasnost”u, “Perestroika”sı ve geleneksel asık suratlı “komünist lider” görüntüsünü tepeleyen tebessümüyle çağın icaplarında diriliş aramaya başladı. Ancak ölüler rejimini sürdürmek isteyenlerin hışmına uğrayıp devrildi.