Batı felsefesi, hayatı salt bir “yarış ve tırmanış” olarak görürken, “kader”e yol veren İslam tefekkürü, hayatın “yarış” ve “tırmanış” olduğunu kabul etmekle birlikte, insanın “eşref-i mahlûkat” (yaratılmışların en şereflisi) kimliğine ve insanın yaradılış hikmetine daha yakışan bir ekleme yaparak der ki: “Hayat bir yarış, tırmanış ve yakarış(dua=kulluk)tır.”
İşte buradan hareketle, bir yazımda şöyle bir söz sarf etmiştim:
“Esas olan kimsenin yüreğine ve emeğine basmadan hayat yolunu koşmak, hayatın güçlüklerini tırmanmaktır.”
Çünkü başkasının yüreğine (vicdanına, duygularına, sevgilerine, üretimine, çıkarlarına) basmak, kavgayı kışkırtır...
Bir sürü savaşla bugün tüm dünyanın karşı karşıya bulunduğu “küresel terör”, basılan yüreklerin yanı sıra, yine bir başka biçimde yüreklere basma anlamına gelen adaletsizliklerin (bir anlamda yüreklere basmanın) ürünleridir.
Dünyanın savaş ve terör gibi olgulardan arınması elbette temennimizdir. Ancak bunu sağlayacak bir güce sahip değiliz. Dünyadaki haksızlık ve adaletsizlikleri bireysel çabalarımızla değiştiremeyeceğimize göre, tüm gücümüzü kendimizi değiştirmeye adamak durumundayız. Bunun için de hayatı ve kâinatı okumayı öğrenmemiz lazım.