Osmanlı insanı ne kadar varlıklı olursa olsun, “gösteri”, “gösteriş” ve “israf” sayılabilecek davranışlardan kaçınırdı (biz her gün üç milyon ekmeği çöpe atıyoruz)…
Hayat bu hassasiyetle çerçevelenmiş, hassasiyet padişahları da kuşatmıştı.
Meselâ 1453 yılı Ramazanında Fatih Sultan Mehmed, hocalarına verdiği iftarda, sofraya Bizans İmparatoru’ndan kalma altın tasları, sahanları, kaşıkları koydurduğu için hocası Molla Gürani tarafından şöyle azarlanmıştı:
“Ümmete haram olan Mehmed’e ne zaman helâl oldu? Sen kime benzemek istiyorsun? Eğer Peygamber’i Zişan’a benzemek istiyorsan, bil ki, onun en iyi yemeği birkaç hurmadan ibaretti, hal-ı hayatında altın yemek takımı görmemişti. Ona değil de, Bizans İmparatorlarına benzemeye çalışıyorsan, bil ki, Bizans’ı bu gösteri ve gösteriş tutkusu batırdı. Geleneksel kaplarımız neyine yetmemiş ki, altın sahanlar, taslar, kaşıklar çıkarmışsın?”
Dünya tarihinin gördüğü en muhteşem (zaten Batı dünyasının verdiği lâkap da budur)hükümdarların başında gelen Kanuni Sultan Süleyman, ŞeyhülislâmEbussuud Efendi’ye yazdığı mektupta, bakın ne kadar mütevazıdır: