Osmanlı ceddimiz idareleri altındaki çeşitli ırk ve dinden insanlara her zaman âdil ve hoşgörülü davranıyor, ne dinlerini, ne dillerini, ne ırk ve neseplerini dayatıyorlardı.
Asırlar boyu devleti yönetenler, Şeyh Edebali’nin (hakkında genişçe bilgi verilecektir) daha kuruluş aşamasında Osman Gazi’ye ve onun şahsında tüm yöneticilere yaptığı derin tavsiye bu konuda kendilerine rehber oluyordu…
Hayatın en kutsal varlığı insandı ve devlet insanın hizmetinde olmalıydı.
Şeyh Edebali, yaradılış hikmetini tek cümleye sığdırmış ve Osman Gazi’nin yüreğine üflemişti: “Oğul Osman, insanı yaşat ki, devlet yaşasın!”
Kendini bilen her Osmanlı padişahı, Şeyh’ın asırları kuşatan bu öğüdünden ilham alıyor, devletin insanları mutlu etmek ve huzur içinde yaşamalarını sağlamak gibi bir görevi bulunduğuna yürekten inanıyorlardı.
Doğal olarak, hukuk ve adalet ön plâna çıkıyordu. Git gide devlet, şefkat (sevgi, acıma, yardım ve merhameti de içinde barındıran geniş bir kavram) ve infak (muhtaçlara yardım) devletine dönüşüyordu.