Bunların en “aklı başında” gözükenleri şu mealde:
“Sizi tarihçi olarak seviyor ve okuyoruz, lütfen siyasete girmeyin!”
Siyaseti kendileri için “hak” ve “helâl” görenlerin, bunca yaşamışlığıma ve bunca okuyup yazmışlığıma rağmen, benim için “haram” saymaları, bana hep tebessüm ettirir. Bunun, “Bizim adayı destekle” anlamında bir dâvet içerdiğini fark etmemek ikânsız.
Ne yapayım ki, İstanbul, herkese gözükapalı emanet edilebilecek sıradan bir şehir değil: Başlıbaşına kendisi tarih olan bu şehri ehline vermek için çalışmak, her “millî ve yerli tarihçi”nin vicdan borcudur.
Bunu ancak “İstanbul’u yaşayan”lar anlar: “İstanbul’da yaşamak” başka, “İstanbul’u yaşamak” başkadır. İlkinde “mecburiyet”, hattâ “mahkûmiyet”, ikincisinde “sanat-edebiyat” ve “tarih” var: Bunu “idrak” iseancak “şuur”la olur. Çünkü İstanbul hem “şiir şehir”dir, hem de “şuur şehir”!