Bu olay, Avrupa medyasında günlerce manşetlerde kalıyor, “Osmanlı kızının son hali” notu eşliğinde, Avrupa gazeteleri Keriman Halis’in mayolu posterlerini dağıtıyor ve “Müslüman bir Türk kızının, kendini Avrupalılara beğendirmek için, Belçika’ya devlet imkânlarıyla gönderilmiş olmasını, Türk modernleşme hareketinin doruk noktası” olarak değerlendiren makaleler yayınlanıyor. Hattâ bazı iddiaların Japonya’ya bile ulaştığı ve “Keriman Halis Olayı” adı altında, okullarda ders olarak okutulduğu iddiaları dahi dillendiriliyor.
Ne var ki, Keriman Halis Ece, ağzını açıp iddialar konusunda tek kelime etmeyecek, tüm soruları susarak geçiştirecektir (tuhaf bir tesadüf: Bir şekilde Atatürk’ün hayatına giren kadınlar da hayatları boyunca hep susmuşlar, öldükten sonra ise notlarına el konulmuş çift anahtarlı çelik kasalara kilitlenip saklanmıştır).
Yarışmanın ardından Türkiye’ye dönen Keriman Halis, Sirkeci Garı’nda devletin organize ettiği bir kalabalık tarafından, “zafer kazanmış komutan gibi” karşılanıyor. O kadar önemseniyor ki, açlık, yokluk, kıtlık ve salgın hastalıklar içinde kıvranan Türkiye’nin tüm büyük sorunları bir çırpıda kenara atılıyor.
Atatürk bile sonuçtan fevkalade memnundur. 03 Ağustos günü Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği özel demecinde mutluluğunu ifade ediyor:
“Türk ırkının necip güzelliğinin daima mahfuz olduğunu gösteren dünya hakemlerinin bu Türk çocuğu üzerindeki hükümlerinden memnunuz. Fakat Keriman Ece, hepimiz işittiğimiz gibi söylemiştir ki, o, bütün Türk kızlarının en güzeli olduğu iddiasında değildir.
Bu güzel Türk kızımız, ırkının kendi mevcudiyetinde tabii olarak tecelli ettirdiği güzelliğini dünyaya, dünya hakemlerinin tasdikiyle tanıttırmış olmakla elbette kendini memnun ve bahtiyar addetmekte haklıdır.