Önce tarihimizden bir ibret levhası sunmak istiyorum...
Olayın kahramanı, Yavuz Padişah... Üç yıl kadar süren zorlu Mısır Sefer-i Hümayünu’ndan İstanbul’a dönmüş, biraz nefes almak için, Maltepe’de konaklamıştır.
Artık o sadece “Sultan-ı İklim-i Rum” (Anadolu Sultanı) değil, aynı zamanda “Sultan-ı Arap”tır. Daha da önemlisi o “Hâdım-ül Haremeyni’ş-Şerefeyn”dir (Kutsal toprakların hizmetkârı).
Beraberinde mukaddes emanetleri de getiren Yavuz Sultan Selim, İstanbul’da bıraktığı vezirleri tarafından Maltepe’ye kurduğu ordugâhında ziyaret ediliyor. Dersaâdet’in (İstanbul) bir gelin gibi süslendiğini, halkın günlerdir kendisini alkışlamak için beklediğini, şanına layık bir karşılama töreni yapılacağını bildiriyorlar.
Vezirleri dinleyen Yavuz Padişah’ın kaşları çatılıyor. Gazabından ürken vezirler şaşkın şaşkın bakışıp ne kusur ettiklerini düşünüyorlar.
Nihayet vezirlerden biri tüm cesaretini toplayıp soruyor: “Şevketlü Hünkârım, yanlış bir şey mi söyledik?”