19. yüzyılda Paris’te yayınlanan “Neuf annees a Constantinople” (Konstantinopolis’te Dokuz Yıl) isimli eserinde, Türk tevazuu konusunda, Fransız yazar A. Brayer şunları söylüyor:
“Türkler arasında kibir ve gurur adeta bilinmez. Kur’an’ın en şiddetle yasakladığı temayüllerin biri de budur... (O Rahman [olan Allah]ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman ‘selam’ derler.” (Furkan Suresi, 63)…
“Bir taraftan da sürekli olarak alçak gönüllülük telkin edilir... İşte bundan dolayı Müslüman Türk’ün yürüyüşünde vakar ve ihtişam olmakla beraber, katiyen kibir yoktur. Daima yavaş sesle konuşur; el ve kol hareketlerinde hiçbir zaman zorla hükmeden bir eda sezilmez; hizmetinde tatlılık ve kolaylık vardır.”
Osmanlı asırlarında devlet ve millet “vakıf” statüsü kazanırken, Avrupa kendi bencilliğinde tükeniyordu. Bu yüzden Osmanlı Devleti’ne uğrayan gezginler hayretten hayrete düşüyor, Avrupa’ya Osmanlı insanını ve onun devletini örnek gösteriyorlardı.
Bir zamanlar Londra Ticaret Odası’nın en görünür yerinde şu mealde bir tavsiye levhası asılıydı: “Türklerle alışveriş et!”