Osmanlı evlerinin kapılarında biri büyük, diğeri küçük olmak üzere iki halka bulunurdu. Gelen misafir kadınsa küçük halka ile erkekse büyük halka ile kapıyı çalar, ev sahipleri buna göre karşılamaya çıkarlardı: Kadına kadın, erkeğe erkek…
Hemen her evin balkonuna ya da pencere pervazına kuşlar için su kabı konur, konakların veya camilerin bir köşesine “kuş evleri” yapılır, kuşlar kışın soğuğundan korunurdu. Mezarların başucuna, kuşların susuz kalmaması için mermer su kapları yerleştirilirdi. Kuşun rahmete ve berekete vesile olduğuna inanılırdı.
Osmanlı’da çiçeklerin bile dili vardı: Pencerenin önünde konmuş sarı çiçek, “Bu evde hasta var, gürültü yapmadan geçin” anlamına gelirdi. Kırmızı çiçek ise “Bekâr kızlar var, edebinizle geçin” anlamına gelirdi…
Herkes istediği mahalleye yerleşemezdi. Bir mahalleye yerleşmek isteyen aile, eski mahallesinin imamından, muhtarından ahlâklı, dürüst, temiz, dindar olduğuna ilişkin “tavsiye mektubu” getirmek zorundaydı…
Her zenaat sahibi istediği mahallede dükkân açamazdı. Ahlâklı, dürüst, temiz, dindar olduğuna ilişkin referansın yanı sıra, işinin ehli olduğuna dair Esnaf Loncası’ndan “belge” de istenirdi.
Kız istemeye gidildiğinde, şimdiki gibi, damat adayının evi-arabası sorulmaz, alnına ve şalvarının diz boğumuna dikkat edilirdi. Alnında “secde”, diz boğumunda ise “tahiyyat izi” aranır, namazlarında ihmalkâr olan delikanlılara kız verilmez ya da öyle bir kız gelin yapılmazdı…