Osmanlı Devleti’ni yönetenler, kılık kıyafeti değil, insanı esas alırdı. Bu konuda din farkı gözetilmezdi. Hangi dinden olursa olsun, insana hizmetin yüceliğine inanılırdı.
Ayrıca “evrensel devlet” olmanın yolunun çok kültürlülükten geçtiği, bunun ise hoşgörü kaynaklı olduğu bilinirdi...
Müslüman Osmanlılar, kendi inançlarını dosdoğru yaşar, kendi kıyafetlerine inançları çerçevesinde özen gösterir, bu konuda başka dinlere mensup olanları zorlanmazdı. Dinde cebir olmadığı gibi, din kaynaklı uygulamalarda da cebir yoktu.
Rum ve Musevi kadınlar, Fatih’in Amannâmesi mucibince özgürce giyinirler, tercih ettikleri kıyafetle İstanbul’un ve ülkenin her yerine gidebilirlerdi. Kıyafetleri farklı olmakla birlikte, başları kapalıydı. Bizanslı kadınlar fetihten önce de başlarını kapatırlardı. Bu onların inançları, yahut moda anlayışlarıyla ilgili bir durumdu.
Osmanlı Devleti’nde resmî devlet görevlileri ile bir kısım bürokratlar, doğal olarak belirli kıyafetler giymek zorundaydılar. Askerler için, bugün de olduğu gibi, zaten kıyafet mecburiyeti vardı.