Eskiden “Hoca” denirdi onlara: “Hoca” kimliğine sevgi ve saygı gösterilirdi.
Çünkü “Hoca” dendiği zaman akıllara “Hoca Sadüddin Efendi”ler, “Molla Gürani”ler, “Molla Ayas”lar, “Şeyh Edebali”ler, “Ebussud Efendi”ler gelir, “öğreten bilge”ye “Hoca” olarak itibar ve iltifat edilirdi.
Sonradan “muallim” oldular, ama itibarları yerli yerinde kaldı. Hattâ “Penceresi cam cama muallim” diye, “Penceresi perdeli muallim” diye, “muallim”e türküler yakıldı.
“Muallim” toplumdan saygı görür, sevilir, başı dara giren onun yanına koşup akıl danışırdı. Hiçbir öğrenci, hiçbir muallime “gözünün üstünde kaşın var” diyemez, kararlarını sorgulayamazdı. Hiçbir veli muallimle zıtlaşamaz, hürmetsizlik edemezdi. Çünkü o “eğiten-öğreten bilge” kişi idi: “Beşikten mezara ilim öğrenmek” ise her Müslümana farzdı: “Muallim” bir bakıma “farz insan”dı…
Eskiden ana-babalar çocuklarını “Eti senin kemiği benim” diyerek bunlara teslim eder, kimsenin gözü arkada kalmazdı…