Anlayacağınız, biz, Osmanlı “sohbet geleneği”nin devam ettiği bir dönemin çocuklarıyız.
Gerçi milletin “imanda kardeş” olmasını engellemek için, “yürek eğitimi” veren tekke, zaviye, dergâh gibi müesseseler çoktan kapatılmıştı, ama “millî şuur” kapatılan her müesseseyi başka biçimde ihya etmenin bir yolunu bulmuştu.
Bizim gençlik yıllarımızda tekke, zaviye, dergâh yoktu, ama yaklaşık aynı işlevi gören Meserret, Çınaraltı, Marmara Kıraathanesi, Küllük gibi, “sohbet” mekânları vardı. Bazen de bürolarda, kitapçı dükkânlarında, hatta evlerde toplanır, yüreklerimizi olgunlaştırmaya çalışırdık.
Yirmili yaşlarda sohbetten sohbete koşuyor, bilge kişilerin sohbetlerinde demlenmeye çalışıyordum.